Ana içeriğe atla

Eğitim Sistemimizin Sadece Bir Sorunu Var

İnsana yatırım en doğru yatırımdır.
İnsana en doğru yatırım; onu doğru eğitmektir.
İnsana yönelik en doğru eğitim; ona doğru yönelmekle başlar.
Böyle özlü, güzel sözlü, yaldızlı ve tribünlere oynayan sözler yakın geçmişten günümüze kadar havalarda uçuştu. Başınızı kaldırıp bakarsanız birkaç tanesini şu anda da görebilirsiniz. Kuyruklu yıldız gibi ardında kısa bir iz bırakıp gözden kaybolurlar. Ateş böceği gibi bir söner bir yanarlar. Bizim gibiler de bir bakar, bin kanarlar.
Eğitim sistemimizin temelden problemli oluşu nedeniyle bir türlü hayallerdeki dikişler tutmuyor. Sanki bin yıllık Müslüman Türk medeniyetinin kendine has hiçbir eğitim birikimi ve tecrübesi yokmuş gibi hep bir yerlerden devşirme gömlekleri giymeye çalışıyor, daha önce giydiğimiz bize ait gömlekleri de “ateşten gömlek” misali korkuyla anıyoruz.
Şu andaki halimiz de içler acısı. Ancak en acısı, sorgulamaya da kapalı olması. Bu sebeple bir sistemden başka bir sisteme geçerken çıktılardan hiç bahsedilmiyor, yeni sistemin güzellemelerinden de geçilmiyor.
Âinesi iştir kişinin lafa bakılmaz prensibi uyarınca, ne konuşulduğuna değil sonucun ne olduğuna bakarsak tartışmaya da hâcet kalmaz. Davranışçı yaklaşımdan bilişsel yaklaşıma evrildiğimiz 2000’li yılların başını mihenk taşı kabul edersek vaziyeti daha net anlayabiliriz. 2000’li yıllardan önce okullarımızdaki müfredatlar bugünkünden daha yüklüydü. Her dersin bir kitabı vardı. Haftalık ders sayıları daha azdı. Öğretmenlerin iş yükü daha hafifti. Okullarda laboratuvar, fen sınıfı, bilgisayar sınıfı, projeksiyon, akıllı tahta gibi “eğitimin itici güçleri (!)” pek bulunmazdı. Ama buna rağmen öğrenciler daha bilgili, daha ilgili, daha saygılı, başarı için daha kaygılıydı. Hem daha çok şey bilir, hem de daha fazla sorgulayabilirdi. Bölgelere göre illeri, komşu ülkelerdeki vilayetleri ezberleme yarışı yapardı. Peki bugünkü öğrencilerde, o zamanki öğrencilere göre hangi alanda daha üstün vasıflar var? Bilgi düzeyi olarak mı? Ahlak bakımından mı?... Benim aklıma pek bir şey gelmedi.
Bugün söylemle icraat arasındaki uçurum eğitim sisteminin iki ucu. Ama bu iki uç arasında o kadar uzak mesafeler var ki, bir ucu Konya’da, bir ucu Patagonya’da. Güya öğrencinin üzerindeki yük hafifleyecekti. Tablet verilecek, Z-Kitap gelecekti. Tüm kitaplar bu tablette olacağı için çantalar hafifleyecekti. Ama bu hafifleme sadece müfredat programlarında kaldı. Müfredatlar sürekli kırpıldı ve hafifletildi. Ama o içi boşaltılmış müfredatlar kitaplara yansımadı. Eskiden bir ders kitabı vardı, sonra yanına bir çalışma kitabı eklendi. Sonra ona bir de “akıllı defter” geldi. Soru bankası, soru bankasının kankası yaprak testler, yardımcı kaynaklar derken her dersin 3-4 kitabı oluverdi. Bizzat ölçtüğüm için rahatlıkla söyleyebilirim ki bir 5.sınıf öğrencisinin okul çantası 9 kilogram oldu. İçindeki her bir materyalin o gün gerekli olduğu 9 kilogramlık çantalar. İşte geldiğimiz nokta: Taş tabletler.
Davranışçı, yapılandırmacı, proje tabanlı öğretim, tam öğrenme, bilişsel yaklaşım, beceri temelli öğrenme… Çocuklar bu yaldızlı kavramların altında kaldı. Enkazı kaldırıp çocukları kurtarmanın zamanı gelmedi mi?
Meşhur bir sözü tekrarlamak istemem. Hani “eğitim sistemimizin iki problemi var. Biri eğitim, diğeri sistem” diyen söz. Çünkü eğitim sistemimizin tek bir problemi var. O da kendisi.
Bu kadar eleştirip öneri getirmemek olmaz. Benim önerim, öncelikle problemin farkına varmaktır. Rabbim farkına varıp, farklı bir şeyler yapma farklılığı gösterebilmeyi tüm paydaşlara nasib eylesin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğretmenime Mektup

Sevgili ö ğ retmenim, Siz bu mektubu okudu ğ unuzda ben çoktan b ü y ü m üş olaca ğı m. L ü tfen kim oldu ğ umu, nerede oldu ğ umu merak etmeyin. Kimli ğ imden çok, yazd ı klar ı ma önem verin. Size bu mektubu k ü ç ü kken yaz ı yorum ve b ü y ü d üğü mde size vermeyi planl ı yorum. Asl ı nda bu mektuplardan herg ü n bir tane yazmay ı planl ı yorum. Ç ü nk ü size yaz ı lacak o kadar çok ş eyim, edecek o kadar te ş ekk ü r ü m ve sitemim var ki... hepsini bir deftere s ığ d ı ramam zaten. Y ı llar sonra ş imdiki bana "gelip y ü z ü me söylesen olmaz m ı yd ı ?" diyeceksiniz eminim. Ama siz de biliyorsunuz i ş te, ben utangaç, k ı r ı lgan ve cesaretsiz bir çocu ğ um. L ü tfen beni anlay ı n. E ğ er b ü y ü d üğü mde bu cesareti kendimde bulabilirsem (b ü y ü kler cesur oluyormu ş ) bunlar ı size elden vermeyi d üşü n ü yorum. Bug ü n s ı n ı fta dediniz ki; " Kim ne derse desin, Ahiret var... Kesin." Bu söz ü n ü z ü defterimin en ü st ü ne ...

Ahtapotun Kolları: Sevgili Cep Telefonları

Orta öğretim  kurumları yönetmeliğindeki bir değişiklikle cep telefonunu sınıfta kullanmak disiplin suçu olarak belirlendi. Gerçi daha önce ilköğretim yönetmeliğinde “derste açık bulundurmak” uyarı cezası olarak belirlenmişti ancak artık liselerde de cep telefonuyla ilgili bir disiplin maddesi yer alıyor. Kınama cezasını gerektiren davranış maddesi aynen şöyle: “Ders saatleri içinde öğretmenin bilgisi ve kontrolü dışında bilişim araçlarını açık tutarak dersin akışını bozmak.” *** Bu maddeyi öğretmenlerin olumlu, öğrencilerin olumsuz, velilerin umursamaz karşıladıklarını düşünmek zor değil. Ancak meselenin taraf olmaktan daha derin analizlere ihtiyacı var. Yönetmeliğe göre okula telefon getirmek yasak değil. Hatta bu maddeyle serbest hale gelmiş oldu. Çünkü yasak ders içini kapsıyor. Öğrenci cep telefonunu teneffüste açık tutulabilir ve hatta görüşmeler yapılabilir. Artık öğretmenler teneffüste cep telefonlarına hiçbir şekilde müdahale edemez. Eden de uyanık öğrenci...

İlkokul Öğretmenim Sabahattin E’ye Soruyorum:

Bir keresinde gülmüştüm ve siz bana “inşallah hep böyle güzel gülersin” demiştiniz. Bütün arkadaşlarım bana bakmış ve hep beraber gülmüştük. O günden sonra topluluk içinde gülmeyi, konuşmayı çok seviyorum. Allah sizden razı olsun. İkinci sınıftayken “dersi dinleyemeyecek kadar derdi olan lütfen benimle paylaşsın” demiştiniz. Benim de sıkıntılarım, korkularım vardı. Dersten sonra sizinle konuşmak, içimi dökmek çok iyi gelmişti. O güne kadar benim dertlerimle karşılıksız ilgilenen insanların varlığından beni niçin haberdar etmediniz? Allah sizden razı olsun. Tenefüste nöbetçiydiniz. Ben de merdivenden koşarak iniyordum. Beni arkamdan yakalamasaydınız büyük ihtimalle düşecek ve bir yerlerimi kıracaktım. Beni hırkamdan tutarken parmağınızı incittiniz. Ertesi gün parmağınız alçıdaydı ama yine de bana gülümseyerek bakıyordunuz. Benim bir yerim kırılmasın diye kendinizi feda etmeniz kendimi okulumda büyük bir güven içinde hissetmeme sebep olmuş, size olan sevgim bir kat daha artmıştı. Bu...