Ana içeriğe atla

8 mi Mart? Kadınlar mı Günü?


Her milletin kültüründen doğan ve medeniyeti oluşturan, kendi içinden doğan ve genetik kodlarıyla uyum sağlayan bazı tezahürleri vardır. Bu tezahürlerle geçmişe tutunur ve geleceğe yürür. Adetleri, gelenekleri, mimarisi, yeme-içmesi bu tezahürlerdir ve milleti millet yapar. Daha da önemlisi millet tutar.

Medeniyet sahibi bir milleti, hiç bitmeyen bir merdivene tırmanan bir insana benzetirim. Tırmanmış olduğu basamaklar geçmiş birikimidir. Çıkacağı her yeni basamağı da geçmiş birikimi üzerine ve ona uygun bir şekilde üste koymalıdır. Geçmiş kültürel birikimi inkâr etmek, altını boşaltır. Düşmek kaçınılmazdır. Geçmişini tanımadan yeni basamaklar koymaksa ancak boşa çabadır. Bugün yıkılmazsa elbet yarın yıkılır.

Peki biz tırmananlardan mıyız? Olduğu yerde kalanlardan mıyız? Düşmek üzere olanlardan mıyız? Yoksa çoktan düştük de farkında olmayanlardan mıyız? Karar yüce İslam ümmetinindir. Ancak pek iç açıcı bir durumda olmadığımıza dair söylentiler de yok değil.

Osmanlı’nın son döneminden itibaren başımıza örülen batıcılık çorabı artık topuklarımıza indi. Kültürel kodlarımız tamamen bozuldu. Düşünce yapımız, dünyaya bakışımız batı medeniyetinin kodlarına göre çalışır oldu. Hatta dini, ahlakı, ahireti… her şeyi batı formunda düşünmekten ne kuş ne deve olabildik. Güneş batıdan doğacak diye umarken doğunun batıdan battığını fark edemedik. Zira o sıralarda cep telefonlarımızı kurcalıyorduk ve çok meşguldük.

Bugün artık bilim üniversitelerde batının istediği format ve sınırlar içinde yapılıyor. Medya batının istediği şekilde toplumu şekillendiriyor. Moda en muhafazakarlarımızı bile etkiliyor. Başörtüsünün altına streç pantolon veya takke altına yırtık kot pantolon normal kabul ediliyor. Neyi ne zaman kutlayacağımız ve nasıl kutlayacağımız bile batıdan akan dejenerasyon nehrine göre belirleniyor.
Bunun en güncel örneği de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Aslında yazmayacaktım ama iş öyle çığırından çıktı ki “gel de içme” misali “gel de yazma” diyor insan.

1850’lerde Amerika’da bir fabrikada grev başlamış. Grev sırasında çıkan yangında 100’den fazla kadın işçi yanarak hayatını kaybetmiş. Bu olay unutulmamış, 1910’da “Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı”nda bu günün Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanması kabul edilmiş. 8 Mart gününün belirlenmesi ise 1921’de yapılan “Enternasyonel Komünist Partiler Konferansı”na rast geliyor.

Bu bilgileri kaç kişi biliyor bilmem. Ama belli ki kapitalizm, “Dünya Emekçi Kadınlar” gününü yemiş. Batıda 1 Mayıs’ın kadın versiyonu olarak ortaya çıkan bu gün, bugün kapitalist dünyanın yeni gelir kapısı olmuş. Özü emek, çalışma, işçi, alın teri olan bugünde herkes birbirine çiçek, parfüm, çikolata almanın derdine düşmüş.

İsteyen istediği günü istediği şekilde kutlar. Ona karışmam. Ama benim sözüm kendini Müslüman sayan herkesedir. Yazımın en başında ifade etmeye çalıştığım “kültürel dejenerasyon” bize o kadar büyük bir hasar vermiş ki, Diyanet teşkilatı “8 Mart” toplantıları için Kur’an Kursu hocalarına program düzenliyor. Televizyonda “biz de tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü tebrik ediyoruz” ile programlar açılıyor. Sosyal medyada paylaşımlar kadınların bu gününü kutlamadan yapılmıyor… Unutmuşuz. Bu basamağın, altımızdaki basamaklara uymadığını unutmuşuz.

Hasta olduğumuzu zaten biliyorduk. Ama işin acı tarafı artık tepki de vermiyoruz. “Bana ne bugün ne günüyse arkadaş. Ramazan Bayramı mı? Kurban Bayramı mı? Yoksa kadir gecesi mi?” diyecek tâkâtımız kalmamış. Peki biz geleceğimizi nasıl inşa edeceğiz?

Asıl sorun çocuklarımızın tamamen batı kültürüne itaat eden zihniyetlerde yetişiyor olması değil. Asıl sorun biz büyüklerin çocuklarımızı kurtaracak durumda olmaması. Direniş gösteremediğimiz, çocuklarımıza örnek olamadığımız, evde davranışlarımızla, nasihatlerimizle ve yönlendirmelerimizle onlara İslam kültürünü veremediğimiz sürece bu girdaptan çıkamayız.

Bu durumdan kurtulmak için tek bir çözüm önerim var. Müslüman olduğumuzu hatırlamak ve o kimliği benimsemek. O zaman kimi, neyi ne zaman hatırlamamız gerektiğini kimseden öğrenmek zorunda olmadığımızı da hatırlayacağız. Hatıralarımız canlanacak ve “Hatırlıyorum!” diyeceğiz. “Biz büyük bir medeniyettik yahu!”

Aksi taktirde kadınlarını bile batı dünyasının “Hatırlanacaaaak… Hatırla!” komutuyla hatırlayan bir İslam toplumuna 8 Mart gecesi yeni bir komut gelir; “Unutulacaaaak… Unut!”

Pardon yahu. Ben ne yazıyordum? Unuttum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğretmenime Mektup

Sevgili ö ğ retmenim, Siz bu mektubu okudu ğ unuzda ben çoktan b ü y ü m üş olaca ğı m. L ü tfen kim oldu ğ umu, nerede oldu ğ umu merak etmeyin. Kimli ğ imden çok, yazd ı klar ı ma önem verin. Size bu mektubu k ü ç ü kken yaz ı yorum ve b ü y ü d üğü mde size vermeyi planl ı yorum. Asl ı nda bu mektuplardan herg ü n bir tane yazmay ı planl ı yorum. Ç ü nk ü size yaz ı lacak o kadar çok ş eyim, edecek o kadar te ş ekk ü r ü m ve sitemim var ki... hepsini bir deftere s ığ d ı ramam zaten. Y ı llar sonra ş imdiki bana "gelip y ü z ü me söylesen olmaz m ı yd ı ?" diyeceksiniz eminim. Ama siz de biliyorsunuz i ş te, ben utangaç, k ı r ı lgan ve cesaretsiz bir çocu ğ um. L ü tfen beni anlay ı n. E ğ er b ü y ü d üğü mde bu cesareti kendimde bulabilirsem (b ü y ü kler cesur oluyormu ş ) bunlar ı size elden vermeyi d üşü n ü yorum. Bug ü n s ı n ı fta dediniz ki; " Kim ne derse desin, Ahiret var... Kesin." Bu söz ü n ü z ü defterimin en ü st ü ne ...

İlkokul Öğretmenim Sabahattin E’ye Soruyorum:

Bir keresinde gülmüştüm ve siz bana “inşallah hep böyle güzel gülersin” demiştiniz. Bütün arkadaşlarım bana bakmış ve hep beraber gülmüştük. O günden sonra topluluk içinde gülmeyi, konuşmayı çok seviyorum. Allah sizden razı olsun. İkinci sınıftayken “dersi dinleyemeyecek kadar derdi olan lütfen benimle paylaşsın” demiştiniz. Benim de sıkıntılarım, korkularım vardı. Dersten sonra sizinle konuşmak, içimi dökmek çok iyi gelmişti. O güne kadar benim dertlerimle karşılıksız ilgilenen insanların varlığından beni niçin haberdar etmediniz? Allah sizden razı olsun. Tenefüste nöbetçiydiniz. Ben de merdivenden koşarak iniyordum. Beni arkamdan yakalamasaydınız büyük ihtimalle düşecek ve bir yerlerimi kıracaktım. Beni hırkamdan tutarken parmağınızı incittiniz. Ertesi gün parmağınız alçıdaydı ama yine de bana gülümseyerek bakıyordunuz. Benim bir yerim kırılmasın diye kendinizi feda etmeniz kendimi okulumda büyük bir güven içinde hissetmeme sebep olmuş, size olan sevgim bir kat daha artmıştı. Bu...

Çay Gibi Eğitim

  Güzel bir çay nasıl olur? Demli mi, demsiz mi? Nasıl bir bardakta sunulursa güzel olur? Şeker koymalı mı yoksa sade mi içmeli? Çok sıcak çay mı iyidir yoksa biraz soğuması mı iyidir? İşi bilen bilir. İyi çay için demlik de çaydanlık da ateş de demleme usulü de önemlidir. Bazısı porselendeki çayı tek geçer bazısı emayede demlenen çayı sever. Bana sorarsanız çay biraz demli olmalı. Açık çay istediğim tadı vermez. Zift gibi demli de olmamalı tabi. Bardağın yarısı dem olsa iyidir mesela. Sonra çayın suyunun da özel olmasına dikkat etmek lazım. Öyle kireçli çeşme suyundan yapılan çayla kaynak suyundan yapılan çayın lezzeti de bir olmaz. İşi bilenler çay demlemek için evde özel su bulundururlar. Takdir edilesi bir davranış. Şeker meselesine gelince. Zevkler tartışılmaz tabi ama çayı dilden sevenler şekerli, “dil”den sevenler şekersiz içer. Tırnak içindeki “dil”in Farsça gönül demek olduğunu da bilenler bilir. Şekersiz çaydan zevk alanlar işi ilerletmiş, çayla hemhal olmuştur zira. Şeke...