Bu toprakların, bu topraklar üzerinde yaşayan insanların
geçmişinde, bugününde ve (şüphesiz) geleceğinde en belirgin motif hiç şüphesiz
ki İslam’dır. Eskilerin ifadesiyle din-i mübîn ev hayatımızdan iş hayatımıza,
eğlencemizden yaslarımıza kadar her ânımızı hak olan buyruk ve öğütleriyle
şekillendirir. Birliğimizin, huzurumuzun ve istikbalimizin güvencesi de Rabbimizin
bu irade beyanlarıdır. İlahi kelamının toplandığı Kur’an-ı Kerim’idir.
Son birkaç yüzyıldır Kur’an ikliminden uzaklaştığımız için
düştüğümüz durum ortada. Cumhuriyet öncesi başlayan bu zillet, Cumhuriyet
dönemi ile dayanılmaz bir hal aldı. Kur’an harfleri yasaklandı, okuyan okutan
tutuklandı, Mushaflar kese kâğıdı yapıldı. Birkaç nesil Kur’an’ı hiç
öğrenemedi. Doğal olarak bu yaranın sarılması da nesiller sürdü, sürüyor.
Bugün bu zulümlerin sancıları devam ediyor. Halen tam
anlamıyla Kur’an’la hakkıyla buluşabilmiş değiliz. Hâlâ tilavetten kıraate ve
tertile varabilmek için çok yolumuz var. Yani Allah kelamını okuma fiilini
anlama ve içselleştirme seviyesine çıkaramadık. Ama yine de epey yol aldık.
Bugün öyle bir durumdayız ki yapılanları yetersiz görüp
eleştirmekten, hiçbir yeni adım atamaz olduk. Popüler kültürün, modernizmin,
tüketim çılgınlığını her kalbe yerleştiren kapitalizmin esir aldığı
gençliğimizi İslam’la, Kur’an’la, hakla buluşturacak kapılar açmaya çalışıyoruz
ama elimizde ne bir strateji var, ne de uzun vadeli vizyon. Üstelik birileri
kalkıp kırık dökük bir şeyler yapmaya kalkınca bir de tepesine biniveriyoruz
“Bu iş böyle olmaz!” nidalarıyla. Ya peki nasıl olacak? Sen adım atmıyorsun,
ben emekleyince de “Böyle yürünmez!” diyorsun. Peki nasıl gideceğiz?
Bu Ramazan TRT’de başlayan “Kur’an-ı Kerim’i Güzel Okuma
Yarışması” epey ses getirdi. Geçmişte yıllarca İslam’ı Perşembe akşamları
yayınlanan “İnanç Dünyası” programına hapseden bir “devlet” kanalı için çok
cesurca ve sıradışı bir prodüksiyon olmuş. Fragmanlarının yayınlanmasından
itibaren de olumlu olumsuz çok sayıda eleştiri aldı. Açıkçası ben de ilk
gördüğümde çok rahatsız oldum ve söylendim “Bu iş böyle olmaz!” nidalarıyla.
Birkaç kez bilgisayar başına geçip bir reddiye yazmaya da niyetlendim. Ama tüm
niyetlerimi oruca ve taate hasrettiğim için bu niyetim icraate geçmedi. İyi ki
de geçmemiş.
Programın bölümlerini eleştirel bir gözle takip etmeye
çalıştıkça, zulümlerden perişan olmuş bir milletin kırık dökük de olsa ayağa
kalkma çabalarını gördüm. Kimliğini unutmuş bir medeniyetin “Sahi ben kimdim?”
sorularını duydum. Koskoca bir Kur’an kültürü inşa etmiş Anadolu
Müslümanlarının, harabeye dönmüş binanın temelleri üzerinde dolaştıklarını
hissettim. Bu bile “olmaz” dememe mâni oldu. Sırf bunun için bu yazımda “yetmez
ama evet” demeyi bir vazife biliyorum. Dile getirmeye değer bazı noktaları da
yapıcı eleştiri babında burada kaleme alıyorum. Belki TRT’nin yetkilileri bu
köşecikte yazılanları okur, hak verir, sonraki projelerde hayata geçirir de
bize de bir sadaka-i cariye hissesi düşüverir.
Programla ilgili en büyük eleştirim, programın konsepti
hakkında. İlk bakışta beni en fazla rahatsız eden de bu oldu. “O Ses Türkiye”
veya “Yetenek Sizsiniz” konseptiyle birebir aynı olması, Kur’an kültürünü
popüler kültüre yamamak gibi bir algı oluşturdu. Kur’an; önünde diz çökülen,
rahleye hürmetle konup diz kırılan bir değerdir bizim kültürümüzde. Sırf öyle
yapamadığımız için okullarımızda Kur’an dersleri var olmasına rağmen milletin
içine sinemedi. Çünkü onun önünde ayakkabılar çıkar, nefisler alçalır. Ancak
programın dekorundan ışığına, seyircisinden jürisine her şey bize yıllardır
izlenen malum şov programlarını anımsattı. Bu yüzden gönüllerde bir doku
uyuşmazlığı olması gayet doğal. Ben bunu, acemiliğe ve başka türlüsünü
bilmememize bağlıyorum ve mazur görüyorum. İnşallah gelecek yıllarda
gelenekselleşen bir projeye dönüşür de kendine özgü bir tasarımla özünü bulur.
Mesela güzel bir camide veya cami tarzında tasarlanmış bir dekorla düzenlenmiş
bir stüdyoda, halı döşeli bir ortamda yapılabilir. Ayakkabılarını çıkarmış,
takkelerini takmış yarışmacılar yere konmuş bir rahle önünde Kur’an tilavet edebilirler.
Dekorda ne olduğu belli olmayan ampuller yerine ayetler, İslami motifler yer
alabilir.
Mevcut haliyle yarışma programı, diğer yarışma
programlarından farksız bir konumda duruyor. Eğer yapımcılar gerçekten halis
niyetlerle bu yarışmayı düzenlediyse ve dertleri Kur’an kültürünü gönüllere
yerleştirmekse öncelikle başı, ortası ve sonundaki reklamlara da sınırlamalar
getirilmesi gerekir. Çünkü bu yapılmazsa amaç hasıl olmayacaktır. Program
boyunca “Kur’an ziyafeti”, “Manevi iklim” denip dururken, hop diye araya giren
reklamlarla her şey altüst oluveriyor. Karanlıkla aydınlık, ateşle barut bir
arada olmaz. Kola reklamlarında, şampuan reklamlarında, dondurma reklamlarında,
hatta otomobil reklamlarında zihinlere akıtılan cinsellik bu yarışmanın
aralarına serpiştirilemez. Eğer Kur’an’la gönülleri temizlemek istiyorsak,
reklam adı altında akan lağımı kesmek zorundayız. Aksi durumda Kur’an-ı Kerim’i
reklama meze etmiş pozisyonunda oluruz ki bu da kabul edilemez.
Yarışmacıların Kur’an-ı Kerim’i para için okudukları, bunun
da caiz olmayacağı eleştirisi de bir başka konu. İlk bakışta haklılık payı var
gibi göründü ama bölümler ilerledikçe bunun mazur görülebileceği kanaati bende
hasıl oldu. Zira yarışmacılar bu işi profesyonel olarak yapan kişiler değil.
Çoğu öğrenci, hepsi acemi. Kendilerine verilen altınları “hediye” babında
görmek, bu işi daha iyi yapmalarına teşvik edici bir motivasyon olarak kabul
etmek daha doğru olur.
Programın olumlu yanlarına gelirsek… Kanaatimce en önemli
etkilerinden biri, kıraatteki kafa karışıklığımızın toparlanması açısından
olacak. Dünyada Kur’an kıraatinin icra edildiği iki ana akım mevcut. Bunlardan
biri Mısır, diğeri ise İstanbul. Ne yazık ki İstanbul kıraati, Cumhuriyet
dönemiyle birlikte ciddi bir sekteye uğradı. Bu nedenle günümüzde, yüzyıllara
dayanan bir birikimin ürünü olan İstanbul kıraatini beğenmeyen ve başka okuma
tarzlarına kapılan bir nesil var. Ne kendi kalabilen, ne de başkası olabilen
kafası karışık bu nesle kendisini hatırlatacak bir fırsat olabilir bu yarışma.
İzlediğim kadarıyla bu yönde de ilerliyor. İstanbul kıraatini benimseyen,
başkalarını taklit etmeyi benimsemeyen bir jüri ile izleyicilere bu mesaj
veriliyor. Bunun yanında tecvidin ne olduğu, doğru okuyuşun nasıl olması
gerektiği de aralardaki konuşmalarda mevzu bahis edildikçe Kur’an izleyicilerin
aklına da gönlüne de daha iyi yerleşiyor elhamdülillah. Gerçi jüri arada çıtayı
yükseltip makamlara giriyor ama olsun. Ne de olsa ustadır deyip mazur
görüyoruz.
Jüri demişken, yarışmanın jüri düzeniyle ilgili de söylenmesi
gereken birkaç husus var. En başta söylediğim gibi yarışmayı ilk kez
düzenlemenin getirdiği acemilikler fark ediliyor. Buna diyecek bir şeyim yok.
Ancak üç kişi, jüri için fazla az. Nitekim sonraki bölümlerde Diyanet’in
Mushafları İnceleme Kurulu Başkanı da katılarak dört kişi oldular. Bu jüri daha
da genişletilmeli. Puanlamaya daha ince ayar verecek şekilde arttırılmalı.
Meşhur imamlar, akademisyenler, hocalar, halktan kişilerle belki on kişilik bir
jüri oluşturulabilir. Tamamen Allah rızası için oraya gelen jüri üyeleri de
hiçbir bedel almadıklarını vurgulamalılar. Çünkü onlar yarışmacı konumunda
değiller.
Yarışmadaki dinleyici kitlesinin çok arka planda kalması da
böyle bir yarışma için uygun olmamış. Yetenek Sizsiniz programındaki gibi
karanlıkla aydınlık arasında arka plana atılan seyirci tarzı, böyle bir program
için ön plana çıkartılmalı. Dinleyicilerin tilavetten anlayan veya anlamaya
çalışan tarzda seçilmesi de önemli. Mevcut haliyle sanki “Bizi buraya
getirdiler, otur dediler biz de oturduk.” diyen bir kitle var.
Sözün sonunda TRT’ye naçizane bir tavsiyede bulunmak
isterim. Fikir olarak çok güzel ve inşallah hayırlara vesile olacak bir program
yapmışsınız. Eksikleri, göç yolda düzülür özlü sözünce zamanla giderilebilir.
Ama bu yarışma mutlaka gelenekselleşmeli. Her Ramazan bir final havasında
yapılmalı. Ramazan finaline katılacak olan finalistler, üç aylar başladığında
tüm Türkiye’de yapılacak seçmelerle her ilden veya bölgeden ayrı ayrı
seçilmeli. Bu seçmeler de reklamı yapılarak halk huzurunda büyük
organizasyonlarla yapılmalı. Yani “Kur’an-ı Güzel Okuma Yarışması” finali
heyecanı üç aylarla birlikte tüm Türkiye’de yaşanmalı. O taktirde bu mübarek iş
sadece televizyon ekranlarında kalmaz, halkla gerçekten buluşur ve final
heyecanı da daha büyük bir merakla beklenir. Hatta yarışma, çeşitli
kategorilerde düzenlenebilir. Yaş veya ustalık düzeyine göre birkaç seviyede
yapılabilir.
İlahi kitabı uzun yıllar elinden alınmış bir millet
kitabıyla buluşuyor. Önce okuyacak, sonra anlayacak ve anladıklarını kalbine
yazacak. Biz hâlen ilk aşamadayız. Daha doğru dürüst okuyamadık ki anlayalım.
İnşallah ikinci aşamaya geçmemiz daha fazla uzun sürmez. İnşallah Rabbimiz,
böyle programları vesile edip ikinci aşamaya geçmemiz için bize yeni kapılar
açar. Amin Amin Amin.
Yorumlar
Yorum Gönder