Ana içeriğe atla

Önce Kültür Sonra Eğitim

 Cumhurbaşkanımız 2016 yılı Kasım ayında yaptığı bir konuşmada eğitim konusunda önemli bir öz eleştiride bulunmuştu.  Konuşmasında çok sayıda derslik yapıldığını, öğretmen atamalarının tamam olduğunu, ders kitaplarının ücretsiz dağıtıldığını, öğrencilere tablet verildiğini, bütçeden en büyük payın eğitime ayrılmasına rağmen eğitim konusunda başarının yakalanamadığını dile getirmişti.

Bu konuşmanın üzerinden yaklaşık iki buçuk yıl geçti. Daha önce olduğu gibi bugün de eğitimin sorunları, çözüm önerileri, yeni projeler konuşulmaya devam ediyor. Konu üzerinde yazıp çizen, kamera karşısına geçip söz söyleyen çok. Yapısal sorunlardan tutun da öğretmen yetersizliğine kadar masaya yatırılmayan konu kalmadı. Bu kadar tespitin arasında hangisi doğru hangisi eğri insan kestirmekte zorlanıyor. Ancak doğru olan bir şey var ki eğitimdeki düzenlemeler hedeflediğimiz sonuçları bir türlü sağlayamıyor.

Kanaatim odur ki eğitimde özlenen resmi küflendiren ve çürüten rutubetin kaynağı çok daha derinlerde. Eğitimde başarılı mıyız? diye sormadan önce şu soruyu sormak gerek: Kültürde başarılı mıyız?

Kültür; bir toplumu millet yapan, duygu ve düşünce birliğini oluşturan, geçmişten bugüne eğitimle taşıyıp sahiplendiği tüm değerlerdir. Örf, gelenek, müzik ve mimari gibi eğitim de kültürün şemsiyesi altında yakıcı güneş ışıklarından ve yıkıcı sel sularından korunarak varlığını sürdürebilir. Dolayısıyla bir millet kültürüne sahip çıkamadığı zaman bu şemsiyenin altındaki her şey savrulur, yozlaşır.

Bizim geçmişten beri hep ihmal ettiğimiz konu kültür konusu oldu. Kültür yozlaşması altında elimizden kayan çocuklarımızı eğitim reformları kurtarmaya yetmedi, yetmeyecek. Çünkü eğitimin sosyolojik rolü kültürü aktarmaktır. Kültürde sağlam adımlar atılırsa eğitim de sağlam olur. Aksi takdirde suçu eğitim sistemlerinde aramak da beyhude olur.

Kültür-eğitim dünyası-öğretmen arasındaki ilişkiyi moda-tekstil sektörü-terzi arasındaki ilişkiye benzetirim. Bugün gençlerin yırtık pantolonları kendilerine yakıştırarak giyebilmesinin sorumlusu olarak terzileri gösteremezsiniz. Sorunun kaynağı tekstil sektörü de değildir. Bu ikisinin yaptığı şey ortaya çıkan bir talebe göre pozisyon almaktan ibarettir. Bu talebi var eden, aslında asla giymeyecekleri şeyleri insanlara güzel gösteren şey modadır. Moda dar pantolon olursa tekstilcilerin diktikleri milyonlarca klasik kesim pantolon ellerinde kalır. Terziler “Ben ille de bol pantolon dikerim” derse meteliğe kurşun atar. Yani işin kaynağı modayı belirleyebilmektir, kültüre hükmedebilmektir. Günümüzün popüler kültürü de aynı moda meselesindeki gibi okulu ve öğretmeni anlamsızlaştırıyor. Çünkü kültürü biz belirleyemiyoruz. O güç epeydir elimizden kaçtı. Hatırlayamıyorum, elimizden kaçtığında yıl kaçtı?

Kültür meselesinde şemsiyedeki yırtık o kadar büyük ki bu yırtığı dikmesini beklediğimiz eğitimciler bile yırtıklardan giren kavurucu güneşte yanmış, akan suda ıslanmış. Hatta bu yırtıkların kapatılması gerektiği fikri bile unutulmaya yüz tutmuş. Televizyon, sinema, internet gibi isimler takılan bu yırtıklara sempati beslenir olmuş.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” demiş atalarımız. Buradan bu yazıya düşen hisse de “Kültürü düzelt ki eğitim yaşasın” demek olsun. Müslümanca değerlere sahip çıkmak, ahlakı baş tacı yapmak ve bu istikamette nesiller yetiştirmek için yırtıkları dikmekten başka çare yok. Televizyonlardaki diziler, reklamlar, sinema sektörü, internet âlemi gibi kültür emperyalizminin yırtıkları ile mücadele eğitimde kalite mücadelesinden daha az önemli değildir. Bu mücadele çok uzun ve meşakkatli olsa da Allah kendisine doğru bir adım atan kullarına kayıtsız kalmaz.

Devletimizin birçok bakanlığı var. Bu bakanlıkların ikisi yukarıda izah etmeye gayret ettiğim konuyla doğrudan ilişkili. Biri Millî Eğitim Bakanlığı diğeri ise Kültür Bakanlığı. Kültür bakanlığı eskiden beri başka işleri de üzerine almış bir bakanlık oldu. Sanki kültür tek başına bir bakanlığın işi olamayacak kadar basit bir işmiş gibi başka işlerle birleştirildi. Şu anda da adı “Kültür ve Turizm Bakanlığı”. Aslında kültür illa başka bir alanla birleştirilecekse buna en layık olan alan eğitim alanıdır. Çünkü turizm kültüre bir şeyler katan değil kültürden hep bir şeyler alan olmuştur.

Kültür bakanlığı ile eğitim bakanlığını birleştirmek ve “Kültür ve Eğitim Bakanlığı” adı altında hem kültürü hem eğitimi eş güdümlü olarak planlamak çok isabetli bir adım olacaktır. Böylece hem yıllardır birbirinden zorla ayrılan kardeşler olan kültür ve eğitim arasındaki hasret bitmiş olur hem de bir türlü aşamadığımız kronik eğitim sorunlarını aşmada isabetli bir başlangıç adımı atılmış olur. Bu işi gömleğin ilk düğmesini “bu defa” doğru iliklemek olarak görelim. Görelim Mevla’m neyler? Neylerse güzel eyler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğretmenime Mektup

Sevgili ö ğ retmenim, Siz bu mektubu okudu ğ unuzda ben çoktan b ü y ü m üş olaca ğı m. L ü tfen kim oldu ğ umu, nerede oldu ğ umu merak etmeyin. Kimli ğ imden çok, yazd ı klar ı ma önem verin. Size bu mektubu k ü ç ü kken yaz ı yorum ve b ü y ü d üğü mde size vermeyi planl ı yorum. Asl ı nda bu mektuplardan herg ü n bir tane yazmay ı planl ı yorum. Ç ü nk ü size yaz ı lacak o kadar çok ş eyim, edecek o kadar te ş ekk ü r ü m ve sitemim var ki... hepsini bir deftere s ığ d ı ramam zaten. Y ı llar sonra ş imdiki bana "gelip y ü z ü me söylesen olmaz m ı yd ı ?" diyeceksiniz eminim. Ama siz de biliyorsunuz i ş te, ben utangaç, k ı r ı lgan ve cesaretsiz bir çocu ğ um. L ü tfen beni anlay ı n. E ğ er b ü y ü d üğü mde bu cesareti kendimde bulabilirsem (b ü y ü kler cesur oluyormu ş ) bunlar ı size elden vermeyi d üşü n ü yorum. Bug ü n s ı n ı fta dediniz ki; " Kim ne derse desin, Ahiret var... Kesin." Bu söz ü n ü z ü defterimin en ü st ü ne ...

İlkokul Öğretmenim Sabahattin E’ye Soruyorum:

Bir keresinde gülmüştüm ve siz bana “inşallah hep böyle güzel gülersin” demiştiniz. Bütün arkadaşlarım bana bakmış ve hep beraber gülmüştük. O günden sonra topluluk içinde gülmeyi, konuşmayı çok seviyorum. Allah sizden razı olsun. İkinci sınıftayken “dersi dinleyemeyecek kadar derdi olan lütfen benimle paylaşsın” demiştiniz. Benim de sıkıntılarım, korkularım vardı. Dersten sonra sizinle konuşmak, içimi dökmek çok iyi gelmişti. O güne kadar benim dertlerimle karşılıksız ilgilenen insanların varlığından beni niçin haberdar etmediniz? Allah sizden razı olsun. Tenefüste nöbetçiydiniz. Ben de merdivenden koşarak iniyordum. Beni arkamdan yakalamasaydınız büyük ihtimalle düşecek ve bir yerlerimi kıracaktım. Beni hırkamdan tutarken parmağınızı incittiniz. Ertesi gün parmağınız alçıdaydı ama yine de bana gülümseyerek bakıyordunuz. Benim bir yerim kırılmasın diye kendinizi feda etmeniz kendimi okulumda büyük bir güven içinde hissetmeme sebep olmuş, size olan sevgim bir kat daha artmıştı. Bu...

Çay Gibi Eğitim

  Güzel bir çay nasıl olur? Demli mi, demsiz mi? Nasıl bir bardakta sunulursa güzel olur? Şeker koymalı mı yoksa sade mi içmeli? Çok sıcak çay mı iyidir yoksa biraz soğuması mı iyidir? İşi bilen bilir. İyi çay için demlik de çaydanlık da ateş de demleme usulü de önemlidir. Bazısı porselendeki çayı tek geçer bazısı emayede demlenen çayı sever. Bana sorarsanız çay biraz demli olmalı. Açık çay istediğim tadı vermez. Zift gibi demli de olmamalı tabi. Bardağın yarısı dem olsa iyidir mesela. Sonra çayın suyunun da özel olmasına dikkat etmek lazım. Öyle kireçli çeşme suyundan yapılan çayla kaynak suyundan yapılan çayın lezzeti de bir olmaz. İşi bilenler çay demlemek için evde özel su bulundururlar. Takdir edilesi bir davranış. Şeker meselesine gelince. Zevkler tartışılmaz tabi ama çayı dilden sevenler şekerli, “dil”den sevenler şekersiz içer. Tırnak içindeki “dil”in Farsça gönül demek olduğunu da bilenler bilir. Şekersiz çaydan zevk alanlar işi ilerletmiş, çayla hemhal olmuştur zira. Şeke...