Her dört
kişiden birinin depresyonda olduğu, yıllık 38 milyon kutu antidepresanın
kullanıldığı bir toplumda yaşıyoruz. Toplumsal çöküntü, ahlaki yozlaşma korkunç
boyutlarda. Bir zamanlar batı toplumlarının çürümüşlüğünü anlatmak için
kullandığımız istatistikler bizim de içimizi kemiriyor artık.
Gençlerimizin
hali gerçekten içler acısı. Daha gencecik yaşta birçoğunun dimağları bozuldu,
düşünce yapıları gayrı ahlaki pisliklerle işgal edildi. Resmen sağlıklı
düşünemez, konuşamaz, bakamaz oldular. Birçoğunun daha ilkokul çağında
gördükleri, izledikleri, konuştukları şeyler o denli ahlaksızca ki insan ne
diyeceğini, ne yapacağını şaşırıyor. Yaş ilerleyip ergenliğe ulaşanlar,
gençliğin verdiği deli kanlılıkla toplum için daha tehlikeli hallere giriyor.
Bencillik, nefsani arzuların yönettiği dimağlarda yeşerince ortaya gerçekten
tehlikeli bir birey çıkıyor. Haberlere konu olan iğrenç suçları işleyenler
sadece fırsatını bulabilenler. Fırsat bulamadığı için etrafta serseri mayın
gibi gezenlerin sayısı aysbergin alt tarafı.
Peki bu
sapıkları kim yetiştirdi? Hangi tornadan geçerek bu hale geldiler? Kimin
tezgahında bu şekle sokuldular? Bugün birilerinin çıkıp en iğrenç suçlar
yüzünden Müslümanları ve Müslüman camiaları suçlaması samimi bir suçlu arama
gayreti mi, yoksa asıl ayıbı örtme faaliyeti mi?
1930’lardan
itibaren öğrencileri okullardan resmi araçlarla toplayıp bira içme seansları
yapan, birayı resmi içecek gibi reklam edip toplumun ahlakını yozlaştıranlar
dindarlar mıdır, yoksa…?
Yaklaşık
20 yıl boyunca hiçbir din eğitiminin alınmasına müsaade etmeyen, bir neslin
Allah’ı, ahlakı, merhameti, öğrenmesine tahammül etmeyenler dindarlar mıdır,
yoksa…?
1975
yılında çekilen “Aşk-ı Memnu” gibi yerli dizilerle ensest ilişkileri körpe
dimağlara sokan dindarlar mıdır, yoksa…? Aynı diziyi gözümüze sokar gibi
2000’li yıllarda tekrar çekip maharetmiş gibi yayınlayanlar dindarlar mıdır,
yoksa…?
Televizyon
dizileriyle gencecik zihinlere ahlaksızlığı yerleştiren, 1980’lerden itibaren
“Dallas” gibi yabancı dizilerle aile içi çarpık ilişkileri meşrulaştıranlar
dindarlar mıdır, yoksa…?
Sinemalarda,
dizilerde, reklamlarda kadını teşhir eden, erkeklerin beğenisine sunulan bir
mal gibi gösterenler dindarlar mıdır, yoksa…?
Tacizci
Coşkun’u (burada asıl
kelimeyi kullanmayışımızın sebebi kötüyü reklam etmemektir. Basitleştirmek değil),
Nuri Alço’yu baş tacı örnek sanatçılarmış gibi gösterenler dindarlar mıdır,
yoksa…?
“Fatmagül’ün
Suçu Ne?” diyerek tacizi bir eğlence konusu haline getiren, erkekler
arasında bu iğrenç fiilin dalga konusu yapılmasına sebep olanlar dindarlar
mıdır, yoksa…?
Küfrü,
çıplaklığı, gayrı meşru ilişkileri gençliğin zihinlerine çivi çakar gibi
çakanlar, Sinema filmlerinin konusunu ahlaksızlık üzerine kurup sonra da
“sanat” diyerek üste çıkmaya çalışanlar dindarlar mıdır, yoksa…?
İnternette
her türlü sapık içeriği pazarlayanlar, özellikle çocuk ve gençleri hedefe
koyarak tezgahları üzerinden milyarlar kazananlar dindarlar mıdır, yoksa…?
Gazetelerinin
içeriğine çıplaklığı, gayrı meşru cinselliği yerleştirerek satış yapmaya
çalışanlar, internet sitelerinde haberden çok cinsel obje olarak kadını
koyanlar dindarlar mıdır, yoksa…?
Birileri
çıkıp “bakmasınlar, almasınlar, seyretmesinler, okumasınlar” demeye kalkmasın.
Çünkü çocuklar ve gençler davranışlarına hâkim olacak kudrete sahip değiller.
Aileler de maalesef yukarıdaki fecaat dönemde yetiştikleri için ya bu pisliğin
içindeler, ya da çocuklarını bu pislikten koruyacak bilinçte değiller. Bir
zamanlar gece yarısından sonra ulusal televizyonlara konan erotik yayınlar
eleştirildiğinde “istemeyen izlemez” diye komik bir savunma yapılırdı. Ancak bu
uyuşturucuyu satmayı serbest bırakıp “istemeyen almaz” demekle aynı şeydi.
Bugün artık böyle demeye gerek kalmadı. Çünkü toplum itiraz edecek güçte değil.
En ahlaksız yayınlar izlenme rekorları kırıyor. Survivor gibi programlar ailece
izleniyor.
Artık
etrafımızdaki hiç kimseye güvenemez olduk. Kusura bakmayın ama ne kızlarımızın
okuldaki ortamlarından, ne servisteki ortamlarından, ne arkadaşlarıyla
takıldığı mekânlardan, ne mahallemizden, ne sokağımızdan emin değiliz. Çünkü
gazetelerde ve televizyonlarda gördüğümüz felaketlerin bizim de başımıza
gelebileceğini, o sapıkların bizim karşımıza da çıkabileceğini biliyoruz.
Peki,
Müslümanların da içine düşmekten kurtulamadığı bu bataklığı kurutmak için ne
yapmalı? Dindarlığı kendine hayat biçimi olarak seçenlerinde kolunu kanadını
kıran bu yozlaşma kültüründen nasıl kurtulmalı?
Naçizane
tekliflerimi beğenmeyebilirsiniz. Uygulanamaz hayalî fikirler olarak da
görebilirsiniz. Ama bazı gerçekleri görmeden de felaha ulaşamayacağımızı kabul
etmelisiniz. Yıllarca bazı şeyleri düşünemeyeceğimiz bize öğretildi. Artık
duvarları yıkmanın, gözümüzün önüne çekilen perdeleri görmenin zamanı gelmedi
mi?
Öncelikle
televizyon ve internet denilen ahlaksızlık kaynağını hayatımızdan olabildiği
kadar uzaklaştırmak zorundayız. Bunu başarabildiğimiz kadar malayaniden,
ahlaksızlıktan, boş işten de kurtulmuş olacağız. Bahane üretmeden, ama fakat
demeden bunu yapmak zorundayız. Yoksa bu kültür öğütücüsü ekranlar
nesillerimizi yemeye devam edecek.
Çevremizde
doğruyu, iyiyi, güzeli daha çok anlatmalıyız. Müslümanın örnek şahsiyetini her
fırsatta hem anlatmalı, hem yaşayarak örnek olmalıyız. Susmak artık vebaldir.
Banane demek vebaldir.
Kötülüğe
karşı daha dik durmalı, ahlaksızlıklara karşı daha net tavırlar koymalıyız.
Susa susa bugünlere geldik, içine düştüğümüz bataklığa battık. Yüce Allah’ın
(c.c.) buyurduğu gibi inanıyorsak üstün olan bizleriz.
Ailemizi
ve aile kültürümüzü yeniden keşfedelim. Çalışma ve rızık derdine düştüğümüz
için hem kendimizi hem de çocuklarımızı ihmal ettik. Anneler anne olduklarını,
babalar baba olduklarını tekrar hatırlamalı. Çocuk terbiyesinin aileye iki maaş
girmesinden daha önemli olduğunu tekrar anlamalıyız. Rızık endişesiyle
çocuklarınızı öldürmeyin ayetini sadece kürtajla sınırlandırmayın. Biz belki
çocuklarımızın bedenlerini hayatta tutuyoruz ama sabahtan akşama kadar karı
koca çalışırken çocuklarımızın maneviyatlarını öldürüyoruz. Bırakın biraz daha
az para girsin evinize. Anne çocuklarının başında saçını süpürge etsin.
Merhamet timsali koştursun. Huzuru, sevgiyi yaşatsın çocuklarına. Baba
helalinden kazanmayı, dürüstçe ter dökmeyi, hayata tutunmayı öğretsin
çocuklarına. Özümüze dönelim. Yoksa dönemeyeceğimiz yolda pişmanlık da bahane
de fayda vermeyecek.
Kapitalist
dünyanın sömürü düzenine karşı koyamadığımız ve o rüzgarda sürüklendiğimiz için
biz Müslümanlar da suçluyuz. Bunun hesabını Allah’a vermenin derdi ile
dertleniyorsak dönmeyi de bilmeliyiz.
Son
sözüm tüm bu ahlaksızlıkları kuran, örgütleyen, yayan ve sonra da suçu Müslüman
camiaların üzerine yıkmaya çalışan kesimlere. İzlediğiniz filmleri ve dizileri,
girdiğiniz ahlaksız internet sitelerini, gayrı meşru ilişkilerinizi,
yalanlarınızı, dolanlarınızı bilmeyen yok. Aramızda serseri mayın gibi dolaşan
bu sapıkları siz yetiştirdiniz. Asıl pisliğin içine boğazınıza kadar batmışken
kuru gürültüyle Müslüman camialara saldırmak ancak size yakışır. Sınırsız
cinsel özgürlüğü savunup bunu medya yoluyla meşrulaştırırken İslam’ın dörtle
sınırlandırdığı resmi evlilik hakkını dile dolamak, kadını ticari bir mal gibi
afişe edip İslam’da kadına şiddet naraları atmak ancak size yakışır. Bir bebek
terk edilecekse hâlâ cami avlusu tercih ediliyorken bu çamurlarınızın izleri
ahirette ancak bizim için şahitler hükmünde kalırlar.
Müslümanlar!
Silkelenelim ve kendimize gelelim. Üzerimize bulaşan pislikleri temizleyelim ve
doğru yola geri dönelim. Biz böyle yapmaya gayret ettikçe uzak yollar daha da
kısalacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder