Bu yazıda bir
okuyucumun yazdığı bir mektubu paylaşmak istiyorum. Kendisini bizzat tanıdığım
için doğruluğundan da en ufak bir şüphem yok. Şöyle anlatıyor başından
geçenleri:
“Geçen Cuma
günü sabah kursa gittiğimde hocamız 23 Nisan günü Büyükada’ya gezi olduğunu
söyledi. Biz önce heveslendik gideriz diye düşündük. Sonra Büyükada’daki
kilisede (şuan ismini hatırlamıyorum) her sene o gün ayin olduğunu ve dilek
dileneceğini söyledi. Bir arkadaşının her sene oraya gidip dilek dilediğini ve
ne dilediyse gerçek olduğunu söyledi. “Renkli makaralar alın. Tepeye kadar
konuşmadan yürüyeceğiz. Kiliseye geldiğimizde dileklerimizi dileyeceğiz”
dedi. Sınıftaki bayanların neredeyse tümü çok sevindi bu habere, mutlu
oldular ve gitmek için heyecanlandılar. Ben ve siteden komsum göz göze geldik
ve “kutlu doğum haftası olacak şey mi” dedik; ama kendi aramızda duymayacakları
şekilde. Çünkü sınıftaki bayanların düşüncelerini biliyorduk. Ancak aramıza
yeni katılan bir arkadaşımız diğer bayanların fikirlerini bilmediğinden fikrini
söyleme gafletinde bulundu. Dedi ki "Hocam bu yapılan imanımıza zarar
vermez mi?". Böyle demesine kalmadı kadınlar hücum etti. Söylenen sözler
şunlardı:
- O ne demek öyle?
- Orası da ibadethane.
- Orası da başka dinlerin ibadethanesi.
- Ne fark eder ayni Allaha inanıyoruz.
- Ben istersem duamı gider kilisede de ederim.
- Ayrıca bizim niyetimiz orda ibadet etmek değil.
- Sadece dilek dileyeceğiz.
- Kalbimiz temiz.
- Türkiye’de neden başka dinlere saygı yok.
- Bizim ailemizde her dinden insan var kimse
kimseye karışmaz.
- Vs..vs..
Böyle bir
tepkiye maruz kalınca arkadaş sustu hiçbir şey demedi, uzatmak istemedi. Yoksa
tartışma büyüyecekti. O anda kendimi gurbette yabancı bir ülkede mülteci gibi
hissettim ki ayni duyguyu benim gibi düşünen iki hanım arkadaşımın da düşündüğünden
eminim. Durum bu. Sanırım geldiğimiz nokta içler acısı. Buralarda bir şeyleri doğru
yaşamak bazen çok zor olabiliyor...”
Gerçekten de
içler acısı. Müslüman akaidinin toplumda nasıl bir sapmaya uğradığının,
omurgasız kaldığının acı bir göstergesi. Her yıl Büyükada’daki Aya Yorgi
Kilisesi’nde bu tür ayinlerin yapıldığını, Müslümanların da bu ayinlere
katılarak mum yaktıklarını ve dilek dilediklerini biliyoruz. Ancak bu kadar
Müslüman’ın nasıl organize olduğunu bilmiyorduk. Demek böyle oluyormuş.
Müslüman
mezarlarının etrafında da benzer batıl inanışların varlığını düşündüğümüzde bu
işlerin inançlardan bağımsız bir tarafının olduğu anlaşılıyor. İnsanlar
modernite, kapitalizm, sosyalizm kılıfları altında gönüllerindeki inançları
kapı dışarı ettiler. Müslüman Müslümanlığını bıraktı. Ancak ilahi kanun
geçerliliğini yitirmedi ve boşaltılan gönüllere yine başka inançlar girdi.
Çünkü gönül boşluk kabul etmiyor. Eli yüzü düzgün, başı sonu belli İslam
kalplerden çıkınca ne olduğu belli olmayan uyduruk, kırk dokuz elli inançlar
kalplere girdi. Bu inanç (ya da inancımsı) kiliseyle camiyi, zalimle alimi
birbirinden ayıramıyor. Çünkü hiçbir sağlam dala tutunamıyor, eyyamcılıktan
kurtulamıyor. O kilisenin “eşek anırtan” bayırını çıkana kadar onlarca camiye ulaşılabileceğini
düşünemiyor.
Bu duruma
düşen insanlarımızda biz ilahiyatçıların da sorumluluğu olduğunu unutmayalım.
Özellikle İlahiyat mezunlarına çok büyük sorumluluklar düşüyor. Her ne kadar
YÖK bu konuda gerekli tedbirleri (!) alarak tek bölüm, tek ilahiyatçı modelini
uygulamaya koysa da gerçekler ortada. Bize gereken çok bölüm ve uzman
ilahiyatçılar. İnşallah o günleri de görürüz.
Mustafa Yılmaz
mustafayilmaz77@gmail.com
Yorumlar
Yorum Gönder