Yeni eğitim öğretim yılına birçok sorun ve belirsizlikle
başladık. Birkaç yıldır eğitim sistemimizdeki yeniden yapılanma ile ilgili epey
yol alınmış olduğundan artık daha net olarak övgü ve eleştiri yapılabilir. Zira
yola yeni çıktığımız zamanlarda “dur daha yeni yola çıktık. Hemen başlama!”
diye savunmalar normal karşılandı. Ama bugün nereye doğru gittiğimizi daha net
olarak görebiliyoruz.
Ortaokullarımız yeni yıla ciddi problemlerle başladı. Derslikler
yetmediği için sabahçı-öğlenci uygulamasına geçen birçok okul, buna rağmen
sınıf mevcutlarını 35’in altında tutmakta zorlanıyor. Seçmeli ders uygulaması
geçtiğimiz yıllarda (nispeten) yönetmeliklere uygun olarak okutulabiliyordu;
ancak 7.sınıflar da seçmeli ders almaya başlayınca derslikler hiç yetememeye,
bu nedenle de seçmeli dersler kâğıt üstünde açılabilmeye başladı. Önümüzdeki yıl 8.sınıflar da seçmeli ders
almaya başlayınca daha da büyük problemler yaşayacağımız kesin. Çünkü derslik
dediğiniz şey her yıl kademeli olarak arttırılabilen bir şey değil.
Derslik sayısı yetmeyince, 4+4+4 sistemi ile norm fazlası
durumuna düşen öğretmenini kaybetmemek için kütüphanesini, bilgisayar odasını
sınıfa çeviren okullar bugün eğitim değil dershanecilik yapar hale geldi. Yeni
elbise alması mümkün olmayan birinin, bile bile şişmanlayarak elbisesiz hale
gelmesi gibi bir duruma geldik. Elbise giymek istiyorsak kiloya dikkat etmek,
ya da daha büyük elbise almak için paraya kıymak zorundayız. Bizim eğitim
sistemimizde de elbisemiz (derslik sayımız, okullarımızdaki sosyal
donatılarımız) belli. Ama biz birkaç yıldır kontrolsüz şişmanlıyor, ders
sayımızı, öğrenci sayımızı arttırıyoruz. Bugün de elbisemizin düğmeleri kopmak,
dikişleri yırtılmak üzere. İnşallah bildiğimiz bir terzi ve terziye verecek
paramız vardır.
Yeni eğitim yılına ortaokullarımız günde 7 saat dersle
başladı. Beşinci sınıftan itibaren kademeli olarak arttırılan ve bu yıl
8.sınıflar hariç tüm sınıflarda 7 saat olan ders sayısı, önümüzdeki yıl bütün
sınıflarda 7 ders olacak. Eğitim politikalarını belirleyen kesimlerin sürekli
olarak “müfredat hafifletilecek, sosyal etkinliklere ve kişilik gelişimine daha
fazla ağırlık verilecek” söylemleri ile tam ters bir gidişat var. İçeriği
hafifletilmiş bir okulun günlük ders sayısının da artmaması beklenir.
Arttırılıyorsa da bu derslere sosyal etkinlikler konarak söylemle fiiliyat
arasında paralellik sağlanır. Ama şu durumda öğrencileri 7 saat okulda tutarak
yeni disiplin problemlerine yol açmaktan başka ne yapacağımız merak ediyorum.
Biz öğretmenler, kurul toplantılarında bir saat oturmaktan sıkılıyoruz. Peki,
öğrenciler 7 saat kuru tahtanın üzerinde oturtulunca ne yapacak.
İkili eğitim öğretim yapan okullarımız sabah 6:45’te ders
başı yapıyor. Bugün bile sabah namazı vakti çıktıktan 15 dakika sonrasına denk
gelen bu saat, Aralık-Ocak aylarında sahur vaktine denk gelecek. Güneş doğmadan
derslere başlayan bir okulumuz büyük bir koşturmaca, acele ve yoğunluk içinde 7
ders işledikten sonra yerini öğlenci öğrencilere bırakıyor. Sabahçıların
çıkması ile öğlencilerin girişi arasında 10 dakika vakit konulabiliyor. Bu
arada temizlik, hazırlık yapmak ise imkânsız. Yeni yönetmelikte “sabahçı
öğrencilerle öğlenci öğrenciler arasındaki vakit en fazla 30 dakika olabilir” diye
bir hüküm var. Uygulamada ise bu süre en fazla 10 dakika olabiliyor. Öğlenci
öğrenciler de aynı tempo, koşturmaca ve acele içinde 7 ders yapıp akşam
18:30’da evine gidiyor. Bu vakit şu anda akşam vaktine yakın. Ancak yılbaşına
doğru yatsı vakti demek olacak.
Biz eğitimi “çocuklarımıza rahat, konforlu ve huzurlu bir
ortam sunmak” olarak mı anlıyoruz? Yoksa “onların fizyolojik ihtiyaçlarını hiçe
sayarak, zorlayarak, sıkıp bunaltarak dört duvar arasında tutmak” olarak mı
anlıyoruz? Tüm politikamızı bu soruya cevap vererek tekrar gözden
geçirdiğimizde ne kadar çıkmaz bir yola doğru gittiğimiz daha net görülebilir.
Her ne kadar gelenekselci olduğumuzu zannetsek de hiç öyle
değiliz. Geçmiş birikimlerimizi, kazanımlarımızı, tecrübelerimizi bir kalemde
silip atabiliyoruz. Geçmişte bunun pek çok örneğiniz yaşadığımız gibi bugün de
yaptığımız bundan farklı değil. 5+3 gibi uzun yıllar uygulanan bir tecrübeyi
bir çırpıda yok edip yepyeni bir sisteme geçmemiz de bunun bir örneği. Sekiz
yıl kesintisiz eğitim sistemi zorbalığına 5+3 ile son verseydik bu kadar büyük
sorunlar çeker miydik? Üç yıldır yaşadığımız belirsizlikler yaşar mıydık?
Bugün görev başında olan öğretmenlerimizin belki de tamamı
ilkokulda 5, ortaokulda 6 saat ders gördü ve öğretmen, doktor, mühendis oldu.
Müfredat da son derece yoğun ve bilgi yüklüydü. Disiplin olarak da, derslere
ilgi olarak da bugünkü öğrencilerden çok daha iyi noktadaydı. Bugün ne
amaçlandı da müfredat içerikleri hafiflerken günlük ders sayıları 7’ye
çıkartıldı? Ne amaçlandı ve sonuçta ne oldu?
Öğretmen merkezli eğitim yakın zamanda evrilerek öğrenci
merkezli oldu. Bugün ise, adı konmamış bir “program merkezli eğitim” haline
geldi. Müfredatı merkeze koyan, bunun yanında öğrencinin ve öğretmenin
ihtiyaçlarını göz ardı eden bir sistem var önümüzde.
Problemleri görmemek için gözlerimizi kapatmak çare değil.
Politikacıların her kararları da mutlaka mükemmel olacak değil. Sorunlara çözüm
üretecek uzun vadeli stratejiler geliştirmezsek, duygularımızla değil
mantığımızla hareket etmezsek kucağımızda her yıl daha büyük sorunlar bulacağız.
Ve bir gün bu sorunlar altında ezileceğiz. Sürdürülebilir eğitim politikaları
için duygular değil, olgular geçerlidir. Bu olgular da bize iç açıcı şeyler
söylemiyor.
Ezcümle bugün, içi boşaltılmış bir müfredat, derslikler yeterli
olmadığı için yapılamayan seçmeli dersler ve bir eziyete dönüşen günde 7 saat
ders ile yeni bir eğitim yılına başladık. Eğitimi çocuk merkezli yapalım derken
program merkezli bir hale getirdiğimizin farkına vardığımız bir gelecek niyaz
ediyorum. Hayırlı olsun.
Mustafa Yılmaz
mustafayilmaz77@gmail.com
Yorumlar
Yorum Gönder