Ana içeriğe atla

Zihne Masaj, Sübliminal Mesaj


Subliminal mesaj kavramı özellikle son yıllarda gündemimizde çokça yer almaya başladı. Ben bu yazıda buna “bilinçaltı mesaj” diyeceğim. Bir objenin, görüntünün, melodinin vs içine gömülü işaret veya mesajlar olarak tanımlayabileceğimiz bilinçaltı mesajlar o anda fark edilememek üzere tasarlanır. Ancak fark edilemese de insanın bilinçaltına etki ettiği iddia edilir.
Bilinçaltı mesajların reklamcılık ve propaganda alanlarında etkili olarak ve sıklıkla kullanıldığını biliyoruz. Dizilerde, filmlerde karakterlerin kıyafetleri, içtikleri, saç şekilleri, sahne düzenleri, arka planda yer alan materyaller günümüzde çekilen dizilerde bilinçaltına mesaj amaçlı olarak bolca kullanılıyor. Kötülenmek istenen bir kişi veya objenin, kötü olduğu kabul edilen kişi veya objelerle aynı karede kullanılması bunun tipik bir örneği.
Bilinçaltı (subliminal) mesajlar, birkaç ay önce yayımlanan “Diğer Yarım” dizisindeki sahne ile gündeme geldi. Sahnede başörtülü genç bir kızın telefonla konuşurken arka planda görünen “Karadeniz Sofrası” yazısında gizlenmiş “sex” yazısı ilk bakışta dikkat çekmeyecek bir şekilde yer alıyordu. Ancak dikkatli bakıldığında bunun özellikle tasarlanmış bir sahne olduğu açık bir şekilde görülüyordu (Bu sahnenin videolarına youtube’dan kolaylıkla ulaşabilirsiniz).
Dizilerde genellikle itici karakterlerin isimlerinin daha çok dini duyarlılığı yüksek insanların kullandığı isimlerden seçilmesi de bilinçaltı mesajlara örnek olarak verilir. Avrupa Yakası dizisindeki Gaffur, Hayat Bilgisi dizisindeki Mennan, Baskül Ailesi dizisindeki Maşallah, Çocuklar Duymasın Dizisindeki Hüseyin ve daha birçok karakter kötü sıfatlarla özdeşleşen Müslümanca isimler olarak hala zihinlerimizde.
Bu yazının konusu yukarıda yazdığım ve her platformda tartışılan konular değil. Benim dikkat çekmek istediğim ve gözden kaçan meselenin başka bir boyutu var. Acaba dindar medyanın da kendi içinde bilinçaltı mesajları var mı? Varsa ne durumda? Yoksa niye yok?
Benim kanaatim dindar medyada bilinçsiz bir "bilinçaltı mesaj"ın var olduğudur. Yani yapımcılar ve yayıncılar farkında olmadan Müslüman izleyicilere bazı mesajlar veriyorlar. Örneğin dindar medyanın göz bebeği hiç şüphesiz "Çağrı" filmi. Bu film birçok açıdan başarılı bir yapımdır. Zaten yaklaşık 35 yıl önce çekilmiş olmasına rağmen hala büyük bir ilgi görüyor olması da bunun göstergesidir. Ne var ki bu filmi "bilinçaltı mesaj" açısından izlediğimizde "güleryüz" eksikliği hemen göze çarpıyor. İslam'ın savaş, acı ve sıkıntılarla bir göstermek izleyicinin bilinçaltına elbette yerleşiyor.
Geçenlerde bir kitapçıda dikkatimi çeken bir kitabı elime aldım. İlgimi çekmesinin nedeni Hz.Peygamber'i anlatan ve çocuklara yönelik hazırlanan bir kitap olmasıydı. Bu alanda doktora çalışması yapıyor olmanın da verdiği heyecanla kurcaladım. Sonuç beni tam da "bilinçaltı mesaj" girdabının içine çekti.
Kitabın ne yayınevi, ne de yazarının bir önemi yok. Önemli olan size vereceğim bazı sayıların içinde saklı. Kitap Hz.Muhammed'in hayatını, çizimlerle desteklenmiş bir şekilde güzel ve akıcı bir dille anlatmış. Zaten yazıda ve üslupta bir sorun yok. Sorun çizimlerde. Hele hele çocukların yazılardan çok resimlerden etkilendiği gerçeğini de hatırlarsak çizimler daha da büyük bir sorun.
Kitapta toplam 165 adet insan yüzü çizilmiş. Bunların sadece 13 tanesi mutlu yüz. Bu 13 yüzün 8 tanesi de tek bir çerçevenin içinde yer alıyor (Medine'ye varış resmi). Bunların yanında yüzlerin 70 tanesi öfkeli, alaycı, korkmuş veya üzgün olarak çizilmiş. Diğer resimlerde ise herhangi bir duygu ifadesi yer almıyor. Yani toplam mutlu insan oranı %7,8.
Bu kitap yetişkinlere hitap eden bir yayın olsaydı belki mazur görülebilirdi; ancak çocuklara yönelik bir siyer kitabının bu görsellerle sunulması ciddi anlamda eleştirilmesi gereken bir durumdur. Zira çocuklarımız, sevgi peygamberi olan ve gülle özdeşleştirmeye çalıştığımız Hz.Muhammed'i bu resimlere bakarak ne kadar doğru tanıyabilirler? Biz Peygamberimizin hayatını ve ahlakını bu kitaptan okurken onlar da kitabın resimlerine bakıp hayallere dalacaklar. Acaba o hayallerin içinde sevginin, mutluluğun yeri %7,8 olduğunda bizim içimize sinecek mi?
Burada kitabın yazarını, çizerini veya yayınevini eleştirdiğim düşünülmesin. Zira hiç şüphesiz bunlar büyük bir iyi niyetle yapılan çalışmalardır. Ancak durumumuzu ortaya koymak, dışarıyı eleştirirken içimize de bakmak zorundayız.
Burada sizinle paylaştıklarımın neticesi şudur: Dini medyamızın, yayınlarımızın bizim bile farkında olmadığımız bir subliminal (bilinçaltı) mesaj içeriği var. Bunu farkedersek gerçekten insanların gönlüne ferahlık verecek yayınlara ulaşabilir, yaptığımız filmleri, yazdığımız kitapları karakter eğitiminde etkin bir şekilde kullanabiliriz. Artık çok açık bir şekilde ortaya çıkıyor ki yayıncılık sadece yazmak değildir. Yazının fontu, resimdeki karakterlerin yüzleri, kapağın rengi de en az içerik kadar önemli mesajlar taşıyorlar. Filmlerimizde kullandığımız melodiler, karakterlerin ses tonları, arka planlar izleyicileri repliklerden daha fazla etkiliyorlar. Ve bizler henüz bu gerçeği tam olarak kavrayamadık. Dini duyarlılığı olmayan yapımcıların dizi ve filmlerindeki bilinçaltı mesajları yakalayıp eleştiri bombardımanına tutarken kendi içimizdeki mesajları hala mercek altına alamadık. Bizim ahlak kodlarımıza saldıran bilinçaltı mesajları yakalamaya çalışırken, ahlak kodlarımızı besleyecek bilinçaltı mesajları oluşturamadık.
Bu mesajların nasıl kullanılacağı, konuyu önemseyen yayıncı ve yapımcıların işidir. Bizim üzerimize düşen ise konuyu gündeme getirerek farkındalık oluşturmaktır. Yazımın sonunda, bilinçaltına hala mesaj gitmemiş olanlara bilinçüstü (upliminal) bir mesaj vereyim. Bu konu en çok da ders kitaplarında önemlidir. Zira şu andaki ders kitaplarımız çocuklarımızın tertemiz bilinç altlarına "benden hoşlanma" diye bas bas bağırıyor.


Mustafa Yılmaz
mustafayilmaz77@gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğretmenime Mektup

Sevgili ö ğ retmenim, Siz bu mektubu okudu ğ unuzda ben çoktan b ü y ü m üş olaca ğı m. L ü tfen kim oldu ğ umu, nerede oldu ğ umu merak etmeyin. Kimli ğ imden çok, yazd ı klar ı ma önem verin. Size bu mektubu k ü ç ü kken yaz ı yorum ve b ü y ü d üğü mde size vermeyi planl ı yorum. Asl ı nda bu mektuplardan herg ü n bir tane yazmay ı planl ı yorum. Ç ü nk ü size yaz ı lacak o kadar çok ş eyim, edecek o kadar te ş ekk ü r ü m ve sitemim var ki... hepsini bir deftere s ığ d ı ramam zaten. Y ı llar sonra ş imdiki bana "gelip y ü z ü me söylesen olmaz m ı yd ı ?" diyeceksiniz eminim. Ama siz de biliyorsunuz i ş te, ben utangaç, k ı r ı lgan ve cesaretsiz bir çocu ğ um. L ü tfen beni anlay ı n. E ğ er b ü y ü d üğü mde bu cesareti kendimde bulabilirsem (b ü y ü kler cesur oluyormu ş ) bunlar ı size elden vermeyi d üşü n ü yorum. Bug ü n s ı n ı fta dediniz ki; " Kim ne derse desin, Ahiret var... Kesin." Bu söz ü n ü z ü defterimin en ü st ü ne ...

Ahtapotun Kolları: Sevgili Cep Telefonları

Orta öğretim  kurumları yönetmeliğindeki bir değişiklikle cep telefonunu sınıfta kullanmak disiplin suçu olarak belirlendi. Gerçi daha önce ilköğretim yönetmeliğinde “derste açık bulundurmak” uyarı cezası olarak belirlenmişti ancak artık liselerde de cep telefonuyla ilgili bir disiplin maddesi yer alıyor. Kınama cezasını gerektiren davranış maddesi aynen şöyle: “Ders saatleri içinde öğretmenin bilgisi ve kontrolü dışında bilişim araçlarını açık tutarak dersin akışını bozmak.” *** Bu maddeyi öğretmenlerin olumlu, öğrencilerin olumsuz, velilerin umursamaz karşıladıklarını düşünmek zor değil. Ancak meselenin taraf olmaktan daha derin analizlere ihtiyacı var. Yönetmeliğe göre okula telefon getirmek yasak değil. Hatta bu maddeyle serbest hale gelmiş oldu. Çünkü yasak ders içini kapsıyor. Öğrenci cep telefonunu teneffüste açık tutulabilir ve hatta görüşmeler yapılabilir. Artık öğretmenler teneffüste cep telefonlarına hiçbir şekilde müdahale edemez. Eden de uyanık öğrenci...

İlkokul Öğretmenim Sabahattin E’ye Soruyorum:

Bir keresinde gülmüştüm ve siz bana “inşallah hep böyle güzel gülersin” demiştiniz. Bütün arkadaşlarım bana bakmış ve hep beraber gülmüştük. O günden sonra topluluk içinde gülmeyi, konuşmayı çok seviyorum. Allah sizden razı olsun. İkinci sınıftayken “dersi dinleyemeyecek kadar derdi olan lütfen benimle paylaşsın” demiştiniz. Benim de sıkıntılarım, korkularım vardı. Dersten sonra sizinle konuşmak, içimi dökmek çok iyi gelmişti. O güne kadar benim dertlerimle karşılıksız ilgilenen insanların varlığından beni niçin haberdar etmediniz? Allah sizden razı olsun. Tenefüste nöbetçiydiniz. Ben de merdivenden koşarak iniyordum. Beni arkamdan yakalamasaydınız büyük ihtimalle düşecek ve bir yerlerimi kıracaktım. Beni hırkamdan tutarken parmağınızı incittiniz. Ertesi gün parmağınız alçıdaydı ama yine de bana gülümseyerek bakıyordunuz. Benim bir yerim kırılmasın diye kendinizi feda etmeniz kendimi okulumda büyük bir güven içinde hissetmeme sebep olmuş, size olan sevgim bir kat daha artmıştı. Bu...