Son günlerin gündemi meşgul eden güncel konusu “kadına
şiddet”.
Problemin nedenleri, alınması gereken önlemler, olması ve
olmaması gerekenler üzerinde konuşmak zor geldiğinden biz yine toplum olarak
protesto etmek ve gösteri yapmak gibi basit ve etkisiz aksiyonları tercih
ediyoruz. Çözüm olarak konuşulan birkaç fikir de bizi çözüme ulaştırmak yerine
oyalıyor. Başımıza örülen çorabı oyalanarak giyiyoruz. Birileri şişle örüyor,
biz tığla oyalanıyoruz.
Çözümü konuşmak için önce teşhis edelim. Aslında problemimiz
kadına şiddet değil, doğrudan ve salt olarak şiddet. Şiddeti önlemenin çaresini
bulmadan kadına şiddeti de önlemek zor. Evde herkes birbirine saldırıyorsa ve
kimse kimseyi ayırt etmiyorsa “çocuğa vurma!” diye kural koyamazsınız. Yapmanız
gereken “vurma!” demektir.
Yazının konusu kadına şiddet olduğu için dağıtmadan devam
edelim. Biz öğretmenler hem toplumun bu gününü, hem de on yıl sonrasını
görebilme imkânına sahibiz. Çünkü şu anda önümüzde oturan çocuklar on yıl sonrasının
yetişkin bireyleri. Gözlemlerim neticesinde şunu üzülerek ifade etmeliyim ki,
on yıl sonra kadına şiddet istatistikleri bu günü mumla aratacaktır. Yetişen
yeni erkek neslin kadına yaklaşımı maalesef son derece merhametsiz, acımasız ve
saygısız. Özellikle son birkaç yıldır erkek öğrencilerin genelinin, erkek
öğretmenlerle kadın öğretmenlere karşı çok farklı bir yaklaşım gösterdiklerini
gözlüyoruz. Erkek öğretmenlere karşı son derece saygılı ve uyumlu olan bu öğrencilerin
bir ders sonra muhatap olduğu kadın öğretmenlere nasıl merhametsiz ve kaba
davrandıklarını dehşete düşerek izliyoruz. Sanki iki ayrı karakter taşır gibi
davranan bu erkek öğrenciler uykularımızı kaçırıyor.
Öğrencilerin bu tavırları evde de farklı değil. Babaya karşı
başka, anneye karşı bambaşka davranıyorlar. Birçok anne okula gelip oğlunun
evde neler yaptığını ağlayarak anlatıyor. Oğlunun üstüne yürüdüğünü,
bağırdığını, konuşmak istediğinde kulaklarını tıkayarak sırtını döndüğünü
anlatırken çaresizliğini gizleyemiyor. Daha beşinci sınıftaki oğluyla bu
sorunları yaşayan annenin, oğlu ergen olduğunda ne yapacağını varın siz
düşünün.
Peki, neden böyle oldu bugünün çocukları, yarının gençleri,
öbür günün kocaları, babaları? Bugün annesini, kadın öğretmeni insan yerine
bile koymayan bu çocuklar ilerde nasıl bir sevgili, sözlü, nişanlı, koca
olacaklar? Annelerine ve öğretmenlerine merhametin m’sini göstermeyenler koca
olunca karılarına nasıl davranacaklar?
İster gözlerimizi kapatalım, ister kulaklarımızı; problemin
temelinde kadını bir obje olarak sunan hayat anlayışımız var. Bu anlayışın bir
tarafında aile yapısı, bir tarafında üçüncü ebeveyn olan medya var. Önce
aileden başlayalım.
Aile içinde anneyi saygıdeğer bir birey olarak tanımayan
babalar erkek çocuğa da güzel (!) bir model oluşturuyorlar. Anneyi sözü
dinlenen, üretken ve saygıdeğer bir konuma oturtmayan babalar farkında olmadan
oğullarına “kadın değersiz bir varlıktır” değerini aşılıyor. Bu tip aile
ortamlarında kadın hizmetçiden de öte bir köle rolünü oynuyor. Erkek çocuk da
tüm kadınlara bu rolü giydiriyor.
İkinci taraf olan medyada ise durum daha kötü. Çocuk, “reklamları
izleterek yemek yedirme” ritüelinden itibaren kadını bir süs objesi olarak
tanıyor. Cinsellik, güzellik, moda sektörleri kadın üzerinden pazarlanıyor.
Pazarlanan da sonuçta kadın figürü oluyor. İstisnai durumları göz ardı edersek
kadın medyada hep güzel ve kafası az çalışan bir model olarak çocukların
zihnine yerleştiriliyor. Erkek çocukların karakterinde, şampuan ve deodorant
reklamlarında saçlarını savurarak erkeklere kur yapan kadın figürü yer ediyor.
Bir süre sonra çocukların karakterinde kadın sadece bir obje haline geliyor.
Bu arada medyanın “kadına şiddete hayır”
kampanyalarından da bir sonuç beklemek abesle iştigaldir. Kamu spotları
ile “kadına şiddet, insanlık suçudur” sloganını döndüren medya, beş saniye
sonra kadını yine bir eşya gibi reklam ve sinema malzemesi olarak sunuyorsa
ortada inandırıcılıktan eser yoktur. Üstelik bu durum, çocuklarda ve gençlerde
“sosyal mesajı” içselleştirme dürtüsünü de yok eder, duyarsızlaştırır.
Problem ortaya konduysa, çözüm yollarını da konuşmamız
gerekiyor. Gelecekte kadına şiddetin kat kat arttığı günleri görmek
istemiyorsak ne yapmalıyız? Yukarıda bahsettiğim duruma düşmüş ve artık kadına
saygıyı tamamen kaybetmiş bir nesil var. Onlarla belki de istediğimiz sonucu
alamayacağız ve onlar yaşadıkça kadına şiddetin arttığı günleri göreceğiz.
Yapmamız gereken yetişen nesle dokunabilmek, onları istediğimiz şekilde
yetiştirebilmek.
Problemin birinci müdahale alanı elbette ailelerdir.
Ailelerin kadına değer verilen, değer vermeyenlerin dışlandığı bir hayat
yaşaması gerekir. Burada da babalara çok büyük bir sorumluluk düşüyor. Bütün
gün işte çalışıp eve geldikten sonra televizyon karşına geçen baba modeli,
bütün gün işte çalışıp eve geldikten sonra çocuklarıyla ilgilenen baba modeline
evrilmelidir. Erkek çocukların anneleriyle ilişkilerine, okul problemlerine,
arkadaş ortamlarına babalar doğrudan müdahil olmalıdır. “Vaktim yok, derdim
çok, yorgunum…” mazeretleri bugünün babaları için geçerli değildir. Ya böyle
davranacaklar, ya da geleceğin zorbalarını, suçlularını, katillerini
yetiştirecekler. Tabi buna yetiştirmek denirse.
Ailenin bir başka yapması gereken, televizyonu ve interneti
ailenin merkezinden çıkartmak olmalıdır. Kadına şiddet meselesinde televizyon,
kadını değersiz bir eşya gibi sunan anlayışıyla ailenin oturma odasına
bağlanmış bir kanalizasyon borusu gibi çalışıyor. Ebeveynler, onun ucuna arıtma
tesisi kuramıyorsa o zaman ucunu evin dışına bağlamalılar ki evin içini,
çocuğun zihnini daha fazla kirletmesin. “Ama haberleri de mi izlemeyelim?” veya
“televizyonda güzel programlar da var” gibi mazeretler de artık bir anlam ifade
etmiyor. İnsan tüm hayatını sağlıklı besinlerle geçirse de tek bir zehirli
yemek onu öldürebilir veya tüm sağlığını elinden alabilir. Televizyon da
böyledir. Hz.Muhammed(sav)’in hayatı filminin arasına konan on dakikalık reklam
kuşağı çocuğunuza zehri enjekte eder.
Aile çocuğuna kadını bir değer olarak benimsetemediyse
okulun yapacağı bir şey yoktur. Okulun erkek çocuklara bu konuda bir şeyler
kazandırabilmesi için aile ile paralel çalışabilmesi gerekmektedir. Bu nedenle
meselenin okul yönünü burada açmak istemiyorum.
Son olarak kadına şiddet konusunda medyaya düşen
vazifelerden de bahsetmek gerekiyor. Ancak bu konuda hiç ümitli olmadığımı da
belirtmeliyim. Zira medyanın beslendiği ana kaynaklardan biri kadın ve onun
erkeklere çekici gelen cinselliği. Bunun dışında kadının bir değeri yok
medyada. Bu fikrime itiraz edenler varsa onların da reyting sonuçlarına
bakmalarını tavsiye ederim. En iyi reyting ölçüm araçlarından birinin de
okullardaki öğrenci sohbetleri olduğunu hatırlatmak isterim. Bizim kulak
misafiri olduğumuz sohbetler “Survivor”, “Bu Tarz Benim” gibi programların
ailece izlendiğini gösteriyor. Hem de sohbete katılamayan cahil çocukları
“Bende mi bir eksiklik mi var? Ben niye izlemiyorum?” dedirtecek oranda.
Yazının başında bahsettiğim ümitsizliğimin temel noktası da
medya ayağında bir değişiklik beklemiyor olmamda zaten. Böyle olduğu için de
ailelere “medyayı kenara itin” demekten başka bir çare kalmıyor. Zira birkaç ay
önce sinema salonunda kadını bir mal haline getiren “Recep İvedik” filmini
babasıyla kahkahalar içinde izleyen erkek çocuğunu unutamıyorum.
Siz söyleyin, nasıl umutlu olalım?
Yorumlar
Yorum Gönder