Ana içeriğe atla

Futbol! Spordu Skor Oldu. Canımı Sıkar Oldu


Bazı şeyler var ki bize çizilen sınırlar içinde ve o çizginin dışından bihaber yaşayıp gidiyoruz. Ondan başka bir ihtimalin de olabileceğini, başka türlü de düşünülebileceğini aklımıza bile getiremiyoruz. Çok yakın zamana kadar aksini düşünemediğimiz “başörtülü bir hanımefendinin devlet memuru olabileceği” düşüncesi gibi. Kendini dindar sınıfına koyanların çoğu o zamanlar “çocuklarımız üniversiteye girsin ama devlet memuru da olunmaz yani…” derdi. Bu bize çizilen kırmızıçizgilerdi. Bir toplum mühendisliğiydi. Bir algı operasyonuydu. Ve önemli olan tarafı da başarılı olmasıydı.
Bugün gençlere dayatılan moda, kız-erkek ilişkileri gibi konularda da kırmızıçizgiler var. Gençlerimize “modayı takip etme” ve karşı cinsten biriyle “çıkma” konusunda büyük bir baskı var mesela. Birçok genç modayı takip etmediği veya biriyle çıkmadığı taktirde ayıplanacağını ve dışlanacağını düşünerek yaşıyor. Moda tabirle akışına bırakıyor. Tersi bir durum onun için utanç verici bir haldir çünkü. Öyle olmamasına rağmen düşünemiyor. Düşüncesine çizilen kırmızıçizgileri aşamıyor.
Kırmızıçizgiyi aşarak, çerçeveyi kırarak, engeli yıkarak ifade ediyorum ki; bu dayatmalardan biri de futboldur. Bir takım tutmak, toplumda küçüklükten itibaren dayatılıyor. Daha küçük yaştan itibaren bu informal eğitime tabi tutulan çocuk, takım tutmama özgürlüğünü aklına bile getiremiyor. İlk adımlarını attığı, ilk kelimelerini söylediği andan itibaren çocuğa “hangi takımı tutuyorsun? Söyle de duysun amcalar…” şeklinde markaj başlıyor. Doğal olarak da çocuk bir takım tutmanın, aidiyet duygusunun mütemmim cüzü, ayrılmaz bir parçası olduğu fikriyle büyüyor. İstanbul’da kaldırımda yürürken iki çocuğun koşarak yaklaştıklarını, “abi bir soru sorabilir miyiz?” diye heyecanla konuya girip “hangi takımı tutuyorsun?” diye kendi aralarındaki iddiaya beni kobay yaptıklarını hatırlıyorum. “Takım tutmuyorum ki” cevabını duyduklarında yüzlerinde gördüğüm şaşkınlık ifadesini de hiç unutmuyorum. Çünkü bekledikleri cevaplar arasında böyle bir seçenek yoktu. Takım tutmayan birini belki de ilk kez görmüşlerdi.
Bu yazıyı, Fenerbahçe ile Galatasaray arasında Manisa’da oynanan Süper Kupa finalinin son saniyelerinde yazmaya başladım. Maçın önemsiz bir kupadan başka bir iddiası yoktu. Onun da ötesinde Soma yararına Manisa’da oynanıyor olması maça bir “değer” de katıyordu. Yani ön plana çıkan bir ahlaki yön de vardı. Öyle olunca maç boyunca gerginlik çıkması beklenmezdi. Sezon henüz başlamamıştı. Puan yarışı yoktu. Gelin görün ki maç başlayınca anladım ki geçen sezon boyunca yaşanan tüm tatsızlıklar, ahlaksızlıklar, kavgalar, küfürler hiç de puan mücadelesi ve şampiyonluk için değilmiş. Çünkü bu mücadelenin olmadığı bu maçta yine aynı şeyler oldu. Taraftarlar yine sahaya şişeler, taşlar, çakmaklar, maytaplar, meşaleler fırlattı. Yine ağızlarından küfürler, hakaretler fışkırdı.
Madem ki bu karanlıkların sebebi şampiyonluk değil, o zaman şöyle demek kalıyor. Stadyumdaki kavganın sebebi “taraftar” olmaktır. Aidiyet duygusuyla kendine bir “taraf” seçmek, o tarafa sırtını dayamak ve karşı tarafa saldırmak için futbol ideal bir araçmış. Kardeşlik, dostluk, vatandaşlık, ortak değerler, taraftarlık maskesi altında bir hiçmiş. O maskeyi takınca tanınmayacağı hissi ise paha biçilmezmiş. Sanki stada girince Kiramen Katibin içeri giremezmiş, amelleri kaydedemezmiş. Tabi nasıl stada girip de yazsınlar amel defterine? Onların bileti yok ki!
1980’lerde derbi maça belediye otobüsüyle gelirken stat önünde Ercan Taner tarafından yakalanan ve taraftarlar arasında röportaj verirken sevgi çemberinde mutlu gözüken Metin Tekin’lerin zamanındaki futbol yok artık. Futbol spor olmaktan milyar dolarlık bir endüstri haline evrildi. Taraftarlık da bu endüstri’nin en önemli gelir kapısı haline geldi. Evinde oturup takımına sevgi besleyen değil; maça gelip, forma alıp, hatta bahis oynayıp bu endüstriyi besleyen taraftar makbul günümüzde. Bu nedenle de medya ve kulüpler ilişkileri sürekli gergin tutuyor. Ateşe sürekli odun atıyor. Daha çok kazanmanın yollarını arıyor.
Naçizane görüşüm, bu durumun Müslümanca yaşamaya, ahlaki gelişime, Allah ile kul arasındaki ilişkiye en ufak bir pozitif katkı sunmadığıdır. Birçok okuyucu için bu yazdıklarım bir şey ifade etmeyebilir. Başta belirttiğim kırmızıçizgileri aşıp farklı bir bakış açısına sahip olabilmek kolay olmayacaktır. Yıllardır sürdürülen düşünce kalıpları görüşü kısıtlayacaktır. Varsın öyle olsun. Arada bir kişi bile bu yazıyı okuyup “öyle mi acaba?” dese bana yeter.

Sizleri bir takımın taraftarı olmaktan istifa etmeye ve (hiç olmazsa) bir takımın destekçisi olmaya davet ediyorum. Çünkü taraftarlık bir karşı taraf üretir ve ona karşı olur. Destekçilikte ise bu yoktur. Takım tutmayın diyeceğim ama cesaretim yok.

Mustafa Yılmaz
mustafayilmaz77@gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğretmenime Mektup

Sevgili ö ğ retmenim, Siz bu mektubu okudu ğ unuzda ben çoktan b ü y ü m üş olaca ğı m. L ü tfen kim oldu ğ umu, nerede oldu ğ umu merak etmeyin. Kimli ğ imden çok, yazd ı klar ı ma önem verin. Size bu mektubu k ü ç ü kken yaz ı yorum ve b ü y ü d üğü mde size vermeyi planl ı yorum. Asl ı nda bu mektuplardan herg ü n bir tane yazmay ı planl ı yorum. Ç ü nk ü size yaz ı lacak o kadar çok ş eyim, edecek o kadar te ş ekk ü r ü m ve sitemim var ki... hepsini bir deftere s ığ d ı ramam zaten. Y ı llar sonra ş imdiki bana "gelip y ü z ü me söylesen olmaz m ı yd ı ?" diyeceksiniz eminim. Ama siz de biliyorsunuz i ş te, ben utangaç, k ı r ı lgan ve cesaretsiz bir çocu ğ um. L ü tfen beni anlay ı n. E ğ er b ü y ü d üğü mde bu cesareti kendimde bulabilirsem (b ü y ü kler cesur oluyormu ş ) bunlar ı size elden vermeyi d üşü n ü yorum. Bug ü n s ı n ı fta dediniz ki; " Kim ne derse desin, Ahiret var... Kesin." Bu söz ü n ü z ü defterimin en ü st ü ne ...

Ahtapotun Kolları: Sevgili Cep Telefonları

Orta öğretim  kurumları yönetmeliğindeki bir değişiklikle cep telefonunu sınıfta kullanmak disiplin suçu olarak belirlendi. Gerçi daha önce ilköğretim yönetmeliğinde “derste açık bulundurmak” uyarı cezası olarak belirlenmişti ancak artık liselerde de cep telefonuyla ilgili bir disiplin maddesi yer alıyor. Kınama cezasını gerektiren davranış maddesi aynen şöyle: “Ders saatleri içinde öğretmenin bilgisi ve kontrolü dışında bilişim araçlarını açık tutarak dersin akışını bozmak.” *** Bu maddeyi öğretmenlerin olumlu, öğrencilerin olumsuz, velilerin umursamaz karşıladıklarını düşünmek zor değil. Ancak meselenin taraf olmaktan daha derin analizlere ihtiyacı var. Yönetmeliğe göre okula telefon getirmek yasak değil. Hatta bu maddeyle serbest hale gelmiş oldu. Çünkü yasak ders içini kapsıyor. Öğrenci cep telefonunu teneffüste açık tutulabilir ve hatta görüşmeler yapılabilir. Artık öğretmenler teneffüste cep telefonlarına hiçbir şekilde müdahale edemez. Eden de uyanık öğrenci...

İlkokul Öğretmenim Sabahattin E’ye Soruyorum:

Bir keresinde gülmüştüm ve siz bana “inşallah hep böyle güzel gülersin” demiştiniz. Bütün arkadaşlarım bana bakmış ve hep beraber gülmüştük. O günden sonra topluluk içinde gülmeyi, konuşmayı çok seviyorum. Allah sizden razı olsun. İkinci sınıftayken “dersi dinleyemeyecek kadar derdi olan lütfen benimle paylaşsın” demiştiniz. Benim de sıkıntılarım, korkularım vardı. Dersten sonra sizinle konuşmak, içimi dökmek çok iyi gelmişti. O güne kadar benim dertlerimle karşılıksız ilgilenen insanların varlığından beni niçin haberdar etmediniz? Allah sizden razı olsun. Tenefüste nöbetçiydiniz. Ben de merdivenden koşarak iniyordum. Beni arkamdan yakalamasaydınız büyük ihtimalle düşecek ve bir yerlerimi kıracaktım. Beni hırkamdan tutarken parmağınızı incittiniz. Ertesi gün parmağınız alçıdaydı ama yine de bana gülümseyerek bakıyordunuz. Benim bir yerim kırılmasın diye kendinizi feda etmeniz kendimi okulumda büyük bir güven içinde hissetmeme sebep olmuş, size olan sevgim bir kat daha artmıştı. Bu...