Ana içeriğe atla

Kemal Sunal'dan Yolsuzluk Dersleri


Gezi parkı olaylarında halkı yönlendirmek ve algı oluşturmak için “kırmızılı kadın, ekmek ve duran adam” sembolleri kullanılmıştı. Aynı yöntem 17 Aralık’ta “ayakkabı kutusu” sembolü ile karşımıza çıktı. Hepsinin amacı aynıydı: Belli bir simge ile algıyı bir noktaya toplamak ve o simgeye anlamlar yükleyerek kısa yoldan toplum mühendisliği yapmak.
Bugünlerde de “1000 odalı saray” sloganı pompalanıyor. Özellikle de cemaat medyasında her gün bu sloganı nakarat yapan haberler kaleme alınıyor.
Cumhurbaşkanlığı sarayına 600 milyon dolar harcandığı ve milletin parasının israf edildiği iddialarının yanına, yeni uçak alındığı, yeni makam araçlarının alındığı da eklenerek yolsuzluk algısı kuvvetlendirilmeye çalışılıyor.
Hatırlayalım: Birkaç yıl içinde bu ülkede 2 milyar dolarlık üçüncü köprü ve 10 milyar avroluk üçüncü havaalanı inşaatları başladı. Aynı kişiler, gruplar ve zihniyetler o yatırımlara da karşı çıktılar. Ancak bu devasa maliyetlere söyleyecek çok fazla söz bulamadıklarından olsa gerek; ağaçlar kesiliyor, kalabalık oluyor, gereksiz oluyor gibi argümanlar kullandılar (hâlâ da kullanıyorlar). Cumhurbaşkanlığı sarayı, üçüncü köprünün yaklaşık 3’de biri kadar paraya mâl olmuş. Havaalanı ile arasında hesap yapamadım. Matematiğiniz iyiyse siz yapabilirsiniz.
Kısa bir süre önce Millet Meclisi’nin yeni hizmet binası açıldı. Yeni binada her vekil için bir oda, danışman, sekreter bölümleri var. 450 vekilli meclisin eski binası, yeni binası ile toplam kaç odası vardır dersiniz?
Türkiye’yi başkanlık sistemine geçirmek istediğini açıkça söyleyen birinin ileriye dönük bir başkanlık kompleksi yapması ve bunu da uzun vadeli planlaması kendi içinde tutarlı bir davranıştır. Bugün çok büyük ve maliyetli görünmesi ve bu noktadan saldırıya uğraması aklıma Adnan Menderes ile Turgut Özal’ı getirdi. Rahmetli Menderes İstanbul’da Adnan Menderes Bulvarı’nı yaptırırken “buraya uçak mı indireceksin?” itirazları ve yolsuzluk iftiraları ile karşılaşmıştı. Aynı itiraz ve iftiralara, İstanbul-Kaynaşlı otoyolunu inşa ederken rahmetli Turgut Özal da maruz kalmıştı. Bu iki yol da günümüzde her saat trafik yoğunluğu yaşanan yollar haline geldi.
Türkiye’de devletin başı bugüne kadar hep yolgeçen hanı şeklindeki binalarda çalıştı. Merhum başbakan Bülent Ecevit’in 10 metre yakınına gelip başbakanlık kapısının önünde elindeki yazarkasayı başbakana doğru fırlatan esnafı hatırlayın. O dönem kimse “elinde bomba veya silah da olabilirdi” dememiş veya sesini duyuramamıştı. Başbakanlık, dışişleri bakanlığı ve daha nice yerler ne millete güven veriyordu, ne de oralarda mahrem konuşmaları yapanlara. Bugün inşa edilen Cumhurbaşkanlığı sarayı, eskilerine göre içeri sızılması daha zor olacağı için mi kabul görmüyor acaba diye de düşünmeden edemiyor insan.
Türkiye, bu coğrafyada var olabilmek için büyümek zorunda. Bir ayakkabı reklamının “koş, yoksa düşersin” sloganı tam da bizim jeopolitik durumumuz için söylenmiş gibi. Ekonomik büyüme, beraberinde uluslararası saygınlığı da getirmeli. Bu açıdan koskoca Türkiye’nin özel uçağının olması, cumhurbaşkanı ve başbakanın dış gezilere bu uçaklarla gitmesi konusu tartışılacak bir mesele olmaktan çoktan çıkmış olmalıdır. Hele hele dünyanın en büyük havayolu şirketlerinden birinin Türkiye’ye ait olduğunu da unutmayalım. Yüzlerce uçak ile binlerce destinasyona uçarak en ünlü spor kulüpleri ve hatta liglerine sponsor olacak seviyeye gelen Türk Hava Yolları’na sahip bir ülke olacaksınız ve Cumhurbaşkanı’na uçak tahsis edilince israf olacak. Bence biz bu fakirlik seviyesini çoktan aştık.
Son olarak birkaç gün önce Cumhurbaşkanı’nın yeni makam aracı üzerinden israf haberleri çıktı. Şu kadar paraymış, bilmem kaç silindirliymiş diyerek yaldızlı ifadelerle haberler yapıldı. Hatta haberlerin içinde İngiltere başbakanının yürüyerek işe gittiği, Norveç dışişleri bakanının bisiklete bindiği haberleri ile karşılaştırmalar da yer aldı. Türkiye’nin gerçeklerinden son derece uzak bu haberlerle özellikle genç kuşağın hedef alındığı ve onlara yönelik bir algı çalışması yapıldığı belli. Zira aklı başında hiç kimse Türkiye’de bir başbakanın veya cumhurbaşkanının yolda tek başına yürüyemeyeceğini, korumasız dolaşamayacağını bilir. Bu ülkede hatalı gol yiyen kaleciler bile ertesi hafta çarşıya pazara yalnız çıkamaz. Nerede ki Cumhurbaşkanı yalnız dolaşa. Bir taraftan da aklımıza makam aracının içinde suikaste uğrayan ve ancak balyozla camı kırılarak kurtarılabilen bir başbakan geliyor. Hatırlıyor musunuz o günleri? Kabul edelim, bu ülkenin başına geçen bir kişi en üst düzeyde korunmalıdır. Bu israf değil, gerçekçiliktir. Daha önce makam aracında ölümle yüzleşmiş bir kişinin son teknoloji ile donatılmış ve kimyasal saldırılara karşı bile korumalı bir zırhlı araç alması yadırganacak bir şey de değildir. Sonuçta bu oyuncaklar da pahalı.
Yolsuzluk, fakirlik, israf ve diktatörlük… Hükümeti devirmek isteyenlerin son kare ası bunlar. Siyasette yolsuzluğun olmadığı bir dönem olmamıştır. Arzu edilen budur elbette ama Platon’dan beri tartışıla geldiği gibi siyasete zenginler mi girsinler (ki zaten zengin oldukları için çalmasınlar), yoksa fakirler mi girsinler (ki onlar zaten zenginlerin paralarını çalamazlar) paradoksu içindeyiz. Ancak bugünkü mesele yolsuzluğu bahane edip iktidarı düşürmektir ve bu millet bu oyunu başından beri görmüş, reste restle karşılık vermiştir. Televizyonlarda, gazetelerde, sosyal medyada bu milleti koyun, ahmak, kafasız yerine koyan kişilerin anlamadığı veya anlamak istemediği budur. Bu milletin en az yarısı farkındadır ki; hükümet tüm ülkeyi ağaçla kaplasa da “ağaçları kesmeyin” diye sokağa çıkanlar olacaktır. Tüm şehirleri meydan yapsa da “meydanlarımızı isteriz” diyenler çıkacaktır. Yol yapılsa “yeşil isteriz”, yollar kaldırılıp ağaç dikilse “yolumuz nerede?” demeye hazır ekipler var olacaktır. İddiamın delili olan bir grup halen Validebağ korusu dışında kalan ve tamamen beton kaplı bir açık otopark alanına cami yapılmasına “ağaçları kesmeyin” diyerek karşı çıkıyor.
Yolsuzluğun, fakirliğin, israfın ne demek olduğunu bilmek isteyenlere birkaç film tavsiye edeyim. Lütfen rahmetli Kemal Sunal’ın “Bekçiler Kralı, Çöpçüler Kralı ve Orta Direk Şaban” ile Şener Şen’in “Namuslu” filmini tekrar izleyin. Tekrar izleyin diyorum çünkü daha önce izlediğinizden eminim. Ama bu kez lütfen komedi filmi izler gibi değil, dram filmi izler gibi izleyin. Gülmeyin, ciddi ciddi izleyin. O filmlerde mizah konusu yapılan her şeyin aslında gerçek olduğunu, çekildikleri dönemi birebir yansıttıklarını bilerek izleyin. Eminim fark edeceksiniz bu ülkenin nerelerden nerelere geldiğini. Yolsuzluğun, fakirliğin nasıl bel büktüğünü, sıradanlaştığını, kabullenilmiş çaresizliğin insanları ne hale getirdiğini. İşte komediye yedirilen o dramlardaki Türkiye CHP Türkiye’si idi. Hani bugün yolsuzluğa karşı savaşta en önde olduğunu iddia eden CHP var ya. İşte o.

 Mustafa Yılmaz
mustafayilmaz77@gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğretmenime Mektup

Sevgili ö ğ retmenim, Siz bu mektubu okudu ğ unuzda ben çoktan b ü y ü m üş olaca ğı m. L ü tfen kim oldu ğ umu, nerede oldu ğ umu merak etmeyin. Kimli ğ imden çok, yazd ı klar ı ma önem verin. Size bu mektubu k ü ç ü kken yaz ı yorum ve b ü y ü d üğü mde size vermeyi planl ı yorum. Asl ı nda bu mektuplardan herg ü n bir tane yazmay ı planl ı yorum. Ç ü nk ü size yaz ı lacak o kadar çok ş eyim, edecek o kadar te ş ekk ü r ü m ve sitemim var ki... hepsini bir deftere s ığ d ı ramam zaten. Y ı llar sonra ş imdiki bana "gelip y ü z ü me söylesen olmaz m ı yd ı ?" diyeceksiniz eminim. Ama siz de biliyorsunuz i ş te, ben utangaç, k ı r ı lgan ve cesaretsiz bir çocu ğ um. L ü tfen beni anlay ı n. E ğ er b ü y ü d üğü mde bu cesareti kendimde bulabilirsem (b ü y ü kler cesur oluyormu ş ) bunlar ı size elden vermeyi d üşü n ü yorum. Bug ü n s ı n ı fta dediniz ki; " Kim ne derse desin, Ahiret var... Kesin." Bu söz ü n ü z ü defterimin en ü st ü ne ...

Ahtapotun Kolları: Sevgili Cep Telefonları

Orta öğretim  kurumları yönetmeliğindeki bir değişiklikle cep telefonunu sınıfta kullanmak disiplin suçu olarak belirlendi. Gerçi daha önce ilköğretim yönetmeliğinde “derste açık bulundurmak” uyarı cezası olarak belirlenmişti ancak artık liselerde de cep telefonuyla ilgili bir disiplin maddesi yer alıyor. Kınama cezasını gerektiren davranış maddesi aynen şöyle: “Ders saatleri içinde öğretmenin bilgisi ve kontrolü dışında bilişim araçlarını açık tutarak dersin akışını bozmak.” *** Bu maddeyi öğretmenlerin olumlu, öğrencilerin olumsuz, velilerin umursamaz karşıladıklarını düşünmek zor değil. Ancak meselenin taraf olmaktan daha derin analizlere ihtiyacı var. Yönetmeliğe göre okula telefon getirmek yasak değil. Hatta bu maddeyle serbest hale gelmiş oldu. Çünkü yasak ders içini kapsıyor. Öğrenci cep telefonunu teneffüste açık tutulabilir ve hatta görüşmeler yapılabilir. Artık öğretmenler teneffüste cep telefonlarına hiçbir şekilde müdahale edemez. Eden de uyanık öğrenci...

İlkokul Öğretmenim Sabahattin E’ye Soruyorum:

Bir keresinde gülmüştüm ve siz bana “inşallah hep böyle güzel gülersin” demiştiniz. Bütün arkadaşlarım bana bakmış ve hep beraber gülmüştük. O günden sonra topluluk içinde gülmeyi, konuşmayı çok seviyorum. Allah sizden razı olsun. İkinci sınıftayken “dersi dinleyemeyecek kadar derdi olan lütfen benimle paylaşsın” demiştiniz. Benim de sıkıntılarım, korkularım vardı. Dersten sonra sizinle konuşmak, içimi dökmek çok iyi gelmişti. O güne kadar benim dertlerimle karşılıksız ilgilenen insanların varlığından beni niçin haberdar etmediniz? Allah sizden razı olsun. Tenefüste nöbetçiydiniz. Ben de merdivenden koşarak iniyordum. Beni arkamdan yakalamasaydınız büyük ihtimalle düşecek ve bir yerlerimi kıracaktım. Beni hırkamdan tutarken parmağınızı incittiniz. Ertesi gün parmağınız alçıdaydı ama yine de bana gülümseyerek bakıyordunuz. Benim bir yerim kırılmasın diye kendinizi feda etmeniz kendimi okulumda büyük bir güven içinde hissetmeme sebep olmuş, size olan sevgim bir kat daha artmıştı. Bu...