Ana içeriğe atla

TEOG ve DKAB! Barışık mı? Karışık mı?


Sürekli değişen, birkaç yıl değişmese “neler oluyor?” diyerek huzursuz olduğumuz sınav sistemimizin son versiyonu olan TEOG (Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş) sınavlarının ikincisini de yapmış bulunuyoruz. Eğitim öğretim yılı başında sistemin uygulanacağı duyurulup ayrıntıları netleşince birçok kişi gibi ben de öngörülere dayalı bir yazı yazmıştım. O yazıda yeni sistemi Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) dersi açısından değerlendirmiş ve ahlak-değer eğitim açısından yaşanabilecek problemleri irdelemiştim. ( http://www.ogretmenx.com/merkezi-sinavlar-ahlki-abcye-bagladi-makale,87.html ). Ancak bugün artıları ve eksileriyle yeni sistemi tartmak için daha fazla tecrübeye, bilgiye ve veriye sahibiz. Bu artı ve eksileri, artıları arttırmak ve eksilerin sayısını azaltmak amacıyla yapıcı bir üslupla ele aldığımız sürece, sürece katkıda bulunmuş olacağız.
Eğitim öğretim yılı başında DKAB öğretmenlerinin hareket alanının kısıtlanacağı, değer kazandırma amacıyla yapılan ders içi ve dışı faaliyetlerin artık test çözülerek doldurulacağı düşüncesinin o kadar da isabetli olmadığını gördük. Herhalde bu düşünce TEOG sisteminin, eski SBS sistemi gibi öğrenciyi mengene gibi sıkan bir sistem olmadığını anlayamamamızdan kaynaklandı. TEOG ile öğrenciler normal bir sene geçirdiler. Üstelik daha derli toplu bir müfredat süreci yaşadık. DKAB öğretmenlerimizin önemli bir kısmının müfredatı takip etmekte ısrarlı olmadıklarını biliyorduk. Ancak yeni sistemle birlikte öğretmenlerimiz de (konuları yetiştirmek gayretiyle) yıllık planlarını sıkı sıkıya takip etmeye, bol soru çözdürmeye ve hatta kendi yaptıkları sınavların kalitesini de yükseltmeye başladılar. Zira TEOG sonuçları ile kendi sınavları arasında uçurum çıkmasını istemediler. Bu da daha güvenilir sınavları getirdi. Test sisteminin olumsuz yanlarını zikretmediğimi, bu şekilde ahlak ve değer öğretimi yapılamayacağını düşünüyorsanız haklısınız; ama siz de hak vereceksiniz ki eskiden de bu değerleri veremiyorduk.
Birinci dönem yapılan TEOG sınavına öğrencilerimiz soru türü, zorluk derecesi gibi bilinmeyenler içerisinde girdi. Sorular içinde bilgiye dayanan sorular ile yorum soruları dengeli bir şekilde dağıtılmış (gibi) görünüyordu. İtiraz edilen bazı soruları da “bir ilk olma” çatısı altında mazur gördük. Ancak ikinci dönem yapılan TEOG sınavı, MEB’in ilk dönem sınavından ne tür dersler çıkardığı konusunda ipuçları verdi. Zira ikinci sınavda bilgiye dayanan sorular neredeyse yoktu. Demek ki MEB DKAB testini kolaylaştırmayı, bilgiyi azaltarak okuduğunu anlama ve yorum yapma kapasitesini ölçmeyi amaçlamıştı. Zaten gerek ortaöğretime geçişte, gerekse üniversiteye girişte uygulanan sınavlarda bu yaklaşım giderek daha fazla kabul görüyor. MEB istikrarlı bir şekilde söylediğini yapıyor. Düşünen öğrenciyi, bilen öğrenciden daha fazla seviyor (veya seveceğini söylüyor).
Demek ki DKAB öğretmenleri olarak bizlere düşen önemli görevlerden biri de öğrencilerimize daha fazla kitap okutmak olmalı. Ünitelerle ilgili tespit ettiğimiz kitapları okutmaya, derste veya ders dışında bu kitapları tartışmaya daha fazla zaman ayırmalıyız. Belki de sene başı öğretmenler kurulu toplantısında kitap okuma kulüplerini kurmalı ve bu işi kulüp çatısı altında yapmalıyız. Anlayışımızı değiştirmeliyiz, geliştirmeliyiz.
Ne var ki bu noktada ciddi bir eleştiriyi dile getirmek gerekiyor. Okuduğunu anlayabilmenin, yorumlayabilmenin, seçim yapabilmenin ön koşulu bilgidir. Bilgi yoksa mantık doğru işlemez. Doğru yolu bulabilmek için bilmek gerekir. Bilgi adına boş bir zihin kendi kendini yer, “ben biliyorum” der ama sadece başka fikirlere yoldaşlık eder. Bu nedenle MEB’nın bilgiyi bu kadar süreç dışında bırakması, asıl hedefine varabilmesi için önündeki büyük engellerden biri gibi duruyor. Çünkü yapılandırmacı (şimdilerde buna oluşturmacı denmeye başlandı) anlayış geldiğinden beri her derste olduğu gibi DKAB dersinde de ezber ve bilgi ikinci plana itilmeye başlandı. Bu anlayış sınav sisteminde de bu denli kendini gösterdikçe öğrencilerde olumsuz bir yansıması görülecektir. Kendi aklına ve muhakemesine güvenenin yorum yapabileceğine inanması hem günlük hayatta hem de dini konularda bilgiye olan açlığı daha da azaltacak, zihinlerin  bilgisel açlıktan bitkisel hayata girmesine sebep olacaktır. Bu nedenle müfredatın da sınavların da bilgi/yorum dengesini koruması hayati önem taşıyor. Doğru yorumlama, sağlam muhakeme etme yüzyıllardır toplumumuzun en fazla ihtiyacı olan konulardan biri. Eğer eğitim sistemimiz bunu sağlayabilirse büyük bir hizmette bulunmuş olacak.
Peki bu yeni ölçme tarzına kitaplarımız ve öğretmenlerimiz hazır mı? Ders kitaplarımız öğrencilerimizi düşünmeye, yordamaya (bu söz son zamanlarda moda. Kullanmak lazım) ne kadar teşvik ediyor? Bu konuda MEB’in kat etmesi gereken çok yol var. Ders kitaplarının da profesyonelce tekrar ele alınıp içerik/tasarım yönünden radikal değişikliklere tabi tutulması gerekiyor. Öğretmenlerimizin bu değişime uyum konusunda sene başından bugüne çok daha uyumlu bir durumda olduklarını düşünüyorum. Hizmet içi eğitimlerle bu uyum daha üst düzeye çıkartılabilir; ancak ders kitapları sorunu mutlaka ele alınmalı.
Yukarıda izah etmeye çalıştığım düşüncelerimi şöyle toparlayabilirim. MEB’in yeni sınav sistemi, sınavdaki soru tarzı seçimi genel olarak olumludur. Ancak süreçler olması gerekenin tersinden işliyor. Zira normalde bir eğitim sistemi kurarsınız, o sistem içinde öğrencilerin zihinlerini istediğiniz gibi şekillendirirsiniz, sonra da o zihinlere uygun şekilde ölçme/değerlendirme yaparsınız. Peki bizde ne oluyor? Bizde bir sınav sistemi kuruluyor, o sınav sisteminde bir soru tarzı seçiliyor, sonra da eğitim sistemi o sınav tarzına göre şekillendirilmeye çalışılıyor. Yani eğitim sistemi sınavları değil, sınavlar eğitim sistemini şekillendiriyor. Bu da bizi diğer ülkelerin eğitim sistemlerinden ayıran en önemli orijinal yanımız olsa gerek.
Elbette hayalimiz sınavsız, sınav ve seçilme stresi yaşatmayan bir sistem. Ancak illa ki sınav olacaksa TEOG sistemi şimdiye kadar denenen bilmem kaç sistemin arasında en mantıklı olanı. En azından ilk yılın sonunda bende bıraktığı intiba bu. Önümüzdeki yıllarda daha alt kademelere de yayıldıkça sorunların da azalacağını düşünüyorum. Hatta birçok öğretmenin “keşke yıl içindeki tüm sınavlar böyle merkezi olsa” dediğini de duyuyoruz. İlk bakışta pragmatist gibi gelse de bu hiç de yabana atılmaması gereken bir düşünce. Zira sınavları öğretmenlerin hazırlamaması demek, öğrenci ile arasındaki temel sürtüşme kaynağının ortadan kalkması demektir. Öğretmeni “zayıf veren” konumundan “zayıf almaması için çabalayan” konumuna yükseltmesi ve öğretmenin öğrenci/veli gözündeki saygınlığını da arttırması demektir. Yetkililer bunu da bir ara düşünürlerse hiç de boş iş yapmış olmazlar kanaatindeyim.
Son söz de Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB)’na gitsin. Uzun süredir akıllı telefonlarda tatmin edici bir Kur’ân-ı Kerim uygulamasının olmamasından şikâyet ediyorduk. Bu boşluğu DİB’in doldurmuş olduğunu büyük bir memnuniyetle öğrendim. Android telefonlar için hazırlanmış olan Kur’ân-ı Kerim uygulaması gerçekten profesyonelce hazırlanmış. Diyanet de hem işi kaliteli yapmanın önemini kavradığını hem de mobil uygulama dünyasında iddialı olduğunu gösteriyor. Bu uygulama için büyük bir teşekkürü ve taktiri hak etmişler. Darısı Milli Eğitim Bakanlığı’mızın başına.


 Mustafa Yılmaz
mustafayilmaz77@gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğretmenime Mektup

Sevgili ö ğ retmenim, Siz bu mektubu okudu ğ unuzda ben çoktan b ü y ü m üş olaca ğı m. L ü tfen kim oldu ğ umu, nerede oldu ğ umu merak etmeyin. Kimli ğ imden çok, yazd ı klar ı ma önem verin. Size bu mektubu k ü ç ü kken yaz ı yorum ve b ü y ü d üğü mde size vermeyi planl ı yorum. Asl ı nda bu mektuplardan herg ü n bir tane yazmay ı planl ı yorum. Ç ü nk ü size yaz ı lacak o kadar çok ş eyim, edecek o kadar te ş ekk ü r ü m ve sitemim var ki... hepsini bir deftere s ığ d ı ramam zaten. Y ı llar sonra ş imdiki bana "gelip y ü z ü me söylesen olmaz m ı yd ı ?" diyeceksiniz eminim. Ama siz de biliyorsunuz i ş te, ben utangaç, k ı r ı lgan ve cesaretsiz bir çocu ğ um. L ü tfen beni anlay ı n. E ğ er b ü y ü d üğü mde bu cesareti kendimde bulabilirsem (b ü y ü kler cesur oluyormu ş ) bunlar ı size elden vermeyi d üşü n ü yorum. Bug ü n s ı n ı fta dediniz ki; " Kim ne derse desin, Ahiret var... Kesin." Bu söz ü n ü z ü defterimin en ü st ü ne ...

Ahtapotun Kolları: Sevgili Cep Telefonları

Orta öğretim  kurumları yönetmeliğindeki bir değişiklikle cep telefonunu sınıfta kullanmak disiplin suçu olarak belirlendi. Gerçi daha önce ilköğretim yönetmeliğinde “derste açık bulundurmak” uyarı cezası olarak belirlenmişti ancak artık liselerde de cep telefonuyla ilgili bir disiplin maddesi yer alıyor. Kınama cezasını gerektiren davranış maddesi aynen şöyle: “Ders saatleri içinde öğretmenin bilgisi ve kontrolü dışında bilişim araçlarını açık tutarak dersin akışını bozmak.” *** Bu maddeyi öğretmenlerin olumlu, öğrencilerin olumsuz, velilerin umursamaz karşıladıklarını düşünmek zor değil. Ancak meselenin taraf olmaktan daha derin analizlere ihtiyacı var. Yönetmeliğe göre okula telefon getirmek yasak değil. Hatta bu maddeyle serbest hale gelmiş oldu. Çünkü yasak ders içini kapsıyor. Öğrenci cep telefonunu teneffüste açık tutulabilir ve hatta görüşmeler yapılabilir. Artık öğretmenler teneffüste cep telefonlarına hiçbir şekilde müdahale edemez. Eden de uyanık öğrenci...

İlkokul Öğretmenim Sabahattin E’ye Soruyorum:

Bir keresinde gülmüştüm ve siz bana “inşallah hep böyle güzel gülersin” demiştiniz. Bütün arkadaşlarım bana bakmış ve hep beraber gülmüştük. O günden sonra topluluk içinde gülmeyi, konuşmayı çok seviyorum. Allah sizden razı olsun. İkinci sınıftayken “dersi dinleyemeyecek kadar derdi olan lütfen benimle paylaşsın” demiştiniz. Benim de sıkıntılarım, korkularım vardı. Dersten sonra sizinle konuşmak, içimi dökmek çok iyi gelmişti. O güne kadar benim dertlerimle karşılıksız ilgilenen insanların varlığından beni niçin haberdar etmediniz? Allah sizden razı olsun. Tenefüste nöbetçiydiniz. Ben de merdivenden koşarak iniyordum. Beni arkamdan yakalamasaydınız büyük ihtimalle düşecek ve bir yerlerimi kıracaktım. Beni hırkamdan tutarken parmağınızı incittiniz. Ertesi gün parmağınız alçıdaydı ama yine de bana gülümseyerek bakıyordunuz. Benim bir yerim kırılmasın diye kendinizi feda etmeniz kendimi okulumda büyük bir güven içinde hissetmeme sebep olmuş, size olan sevgim bir kat daha artmıştı. Bu...