Ana içeriğe atla

İlahiyat Yap-Boz’u



Yanlış hatırlamıyorsam yıl 2003 idi. Isparta Eğirdir’de gölün ortasındaki adada Din Eğitimcilerinin bir araya geldiği bir toplantıda Değerler Eğitimi Merkezi adına gözlemci olarak bulunuyordum. Toplanıya şimdinin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de katılmıştı ve yine yanılmıyorsam o zamanlar Profesör de değildir.
Toplantıdan aklımda kalanlar arasında bugünün hararetli “İlahiyat Fakültelerinin Yapılandırılması” tartışmaları da vardı. O günden bugüne 11 yıl geçti ve biz hala aynı noktadayız.
O toplantıda ortaya çıkan ortak aklı şöyle özetleyebilirim:
“İlahiyat fakülteleri hem Milli Eğitim Bakanlığı’na, hem Diyanet İşleri Başkanlığı’na elaman yetiştiriyor. Aynı anda akademik dünyaya da bilim adamı kazandırmaya çalışıyor. Tüm bu çeşitliliği de tek bir program altında başarmaya çalışıyor. Doğal olarak ortaya çıkan sonuç; ne Milli Eğitim ne de Diyanet İşleri Başkanlığı bizim mezun ettiğimiz elemanları yeterli, donanımlı bulmuyor. İlahiyat programı çeşitlendirilmeli, öğretmenlik ve diyanet personeli için ayrı programlar açılmalı. Öğrenciler bu programlarda ihtiyaca göre özel eğitim almalı…”
O gün bu gündür İlahiyat merkezli tartışmalarda değişen pek bir şey yok. Ancak DKAB bölümlerinin Eğitim Fakültelerinde açılması, sonra bu bölümlerin İlahiyat içinde bir bölüm haline getirilmesi, Danıştay kararıyla bunun iptali, bu bölümlerin yarısının Eğitim Fakültesi içinde, yarısının da İlahiyatlar içinde kalması, kafaların karışması gibi yaşanmışlıklarımız var.
DKAB bölümlerinin Eğitim Fakültesi içine taşınmasının, o dönemin zihniyeti içinde izah edilebilir fakat kabul edilemez argümanları vardı. Ancak ben tüm bunlardan sonra ortalık toz duman olmuşken bunun doğruyu bulmaya bir vesile olmasını temenni etmiştim. Değil mi ki hazır her şey yerinden oynamış, doğrusunu kurmak daha kolay olur. Ne var ki geldiğimiz noktada hiç de öyle görünmüyor.
Olayları çözememizin en büyük nedenlerinden biri de problemlere yukarıdan bakamamak, günlük çıkar ve çekişmelerin güdümünden çıkamamaktır. Bu nedenle burada yazılanları bazı kesimlerin benimsemeyeceğini tahmin ediyorum. Hatta bu satırlarda bugün haksızlığa uğradığını düşünenlerin kendi fikirlerine destek arayacaklarını da tahmmin ediyorum. Ancak yine de ne İlahiyatların bugün kazanımmış gibi görünen durumlarını, ne de DKAB bölümlerinin perişan hallerini irdelemeden doğrunun ne olması gerektiğini konuşmamız gerekiyor. İlahiyatta veya DKAB öğretmenliği bölümünde çocuğumuz olduğunu düşünerek sübjektif bakmadan, vatan ve millet için en doğru olanı bulmak, büyük resme objektif bakarak hakka en yakın çözüm yollarını araştırmak zorundayız.
Yükseköğretimin amacı toplumun ihtiyacı olan yetişmiş insan gücünü sağlamaktır. Bu nedenle yükseköğretim dinamiktir. Toplumun ihtiyacına göre kendini yeniler, düzenler, geliştirir. Söz konusu İlahiyat Fakültesi olunca öncelikle bu fakültelerin hangi ihtiyacı karşıladığına bakmak gerek. Bu fakülteden mezun olan gençler Milli Eğitimde öğretmen (ilkokul 4.sınıf, ortaokul, ihl ortaokul, ihl lise) ve Diyanet teşkilatında imam, vaiz, Kur’an kursu öğreticisi vs. oluyorlar. Tüm bu çeşitliliğin ve uzmanlığın tek programda sağlanamayacağı aşikardır. O halde tek programlı İlahiyat fikri toplumun ihtiyaçlarına uyan çözümlerden biri değildir. Bunu mezun olduğum tek programlı İlahiyat Fakültesi tecrübemden rahatlıkla söyleyebiliyorum. Öğretmen olarak atandığımızda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği, özel öğretim yöntemleri konularında hemen hemen hiçbir bilgiye sahip değildik. Zira bize doyurucu eğitimi ve tecrübeyi aktarabilecek bir öğretim kadrosu yoktu. Aynı problemleri Diyanette çalışan arkadaşlarımın da yaşadığını biliyorum. Yoksa Diyanet kendi yeterlik sınavını yapmaz, kendi hizmet içi eğitimlerine bu kadar ihtiyaç duymazdı.
Günümüz bilim dünyasında uzmanlaşma giderek daha küçük branşlarda ortaya çıkıyor. Bir zamanlar sadece felsefe varken bugün onun içinden neşet eden onlarca bilim dalı kendi içinden onlarca yeni bilim dalları üretiyor. İlahiyat da bundan ayrı kalamaz. O halde İlahiyatlar da bu uzmanlaşmaya ayak uydurmalı ve mutlaka çok programlı bir yapıya göre düzenlenmelidir. Bu yapı Fen Edebiyat Fakültelerindeki gibi birbirinden ayrı bölümler olmalıdır. Liseyi bitiren öğrenciler bu bölümlerden birini seçtikleri ve kazandıkları zaman, mezun olduklarında hangi alanda iş bulabileceklerini bilmelidirler. DKAB Öğretmenliği, İHL Öğretmenliği, Diyanet İşleri ve Akademik İlahiyat bu bölümlerden bazıları olabilir. Bu şekilde öğrenciler aynı çatı altında kendi alanlarında uzmanlaşabilir ve bugünkü gibi her şeyden biraz öğrenip her şeyi yarım yapabilen bir ilahiyatçı olmaktan kurtulabilirler.
Bu yapılanma İlahiyat Fakültesinin gelecekte daha kolay büyümesine ve sürdürülebilir bir İlahiyat yönetimine de vesile olacaktır. Çünkü tek programlı İlahiyat yönetilmesi mümkün olmayan bir problemler yumağı haline gelmiştir. En basit örneğiyle bugün ilahiyat çatısı altında yaşanan ders sayısı kavgasının da önüne geçebilir. Öğretim üyeleri o zaman zihinlerini daha rahat derslerine ve öğrencilerine verebilir.
İster DKAB bölümlerinin kapatılmasını eleştirelim, ister İlahiyatlara formasyonu savunalım bunların hiçbiri asıl meseleyi çözmeye yetmiyor. Akademisyenler, politikacılar, gazeteciler hep kendi taraflarından olayı yorumladıkları sürece olan hep bizim çocuklarımıza, öğrencilerimize, ilahiyatçılarımıza oluyor. Bugün İlahiyat öğrencileri ile DKAB bölümü öğrencilerinin birbirlerine rakip ve hatta düşman söylemler içine girmelerinde de bu bakış açısının sorumluluğu vardır.
O halde çıkarımız ne olursa olsun bunlardan arınarak geleceğe yönelik kalıcı çözümler üretmek zorundayız. Bu da kaçınılmaz olarak "çok bölümlü İlahiyat Fakültesi" dir.



 Mustafa Yılmaz
mustafayilmaz77@gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğretmenime Mektup

Sevgili ö ğ retmenim, Siz bu mektubu okudu ğ unuzda ben çoktan b ü y ü m üş olaca ğı m. L ü tfen kim oldu ğ umu, nerede oldu ğ umu merak etmeyin. Kimli ğ imden çok, yazd ı klar ı ma önem verin. Size bu mektubu k ü ç ü kken yaz ı yorum ve b ü y ü d üğü mde size vermeyi planl ı yorum. Asl ı nda bu mektuplardan herg ü n bir tane yazmay ı planl ı yorum. Ç ü nk ü size yaz ı lacak o kadar çok ş eyim, edecek o kadar te ş ekk ü r ü m ve sitemim var ki... hepsini bir deftere s ığ d ı ramam zaten. Y ı llar sonra ş imdiki bana "gelip y ü z ü me söylesen olmaz m ı yd ı ?" diyeceksiniz eminim. Ama siz de biliyorsunuz i ş te, ben utangaç, k ı r ı lgan ve cesaretsiz bir çocu ğ um. L ü tfen beni anlay ı n. E ğ er b ü y ü d üğü mde bu cesareti kendimde bulabilirsem (b ü y ü kler cesur oluyormu ş ) bunlar ı size elden vermeyi d üşü n ü yorum. Bug ü n s ı n ı fta dediniz ki; " Kim ne derse desin, Ahiret var... Kesin." Bu söz ü n ü z ü defterimin en ü st ü ne ...

Ahtapotun Kolları: Sevgili Cep Telefonları

Orta öğretim  kurumları yönetmeliğindeki bir değişiklikle cep telefonunu sınıfta kullanmak disiplin suçu olarak belirlendi. Gerçi daha önce ilköğretim yönetmeliğinde “derste açık bulundurmak” uyarı cezası olarak belirlenmişti ancak artık liselerde de cep telefonuyla ilgili bir disiplin maddesi yer alıyor. Kınama cezasını gerektiren davranış maddesi aynen şöyle: “Ders saatleri içinde öğretmenin bilgisi ve kontrolü dışında bilişim araçlarını açık tutarak dersin akışını bozmak.” *** Bu maddeyi öğretmenlerin olumlu, öğrencilerin olumsuz, velilerin umursamaz karşıladıklarını düşünmek zor değil. Ancak meselenin taraf olmaktan daha derin analizlere ihtiyacı var. Yönetmeliğe göre okula telefon getirmek yasak değil. Hatta bu maddeyle serbest hale gelmiş oldu. Çünkü yasak ders içini kapsıyor. Öğrenci cep telefonunu teneffüste açık tutulabilir ve hatta görüşmeler yapılabilir. Artık öğretmenler teneffüste cep telefonlarına hiçbir şekilde müdahale edemez. Eden de uyanık öğrenci...

İlkokul Öğretmenim Sabahattin E’ye Soruyorum:

Bir keresinde gülmüştüm ve siz bana “inşallah hep böyle güzel gülersin” demiştiniz. Bütün arkadaşlarım bana bakmış ve hep beraber gülmüştük. O günden sonra topluluk içinde gülmeyi, konuşmayı çok seviyorum. Allah sizden razı olsun. İkinci sınıftayken “dersi dinleyemeyecek kadar derdi olan lütfen benimle paylaşsın” demiştiniz. Benim de sıkıntılarım, korkularım vardı. Dersten sonra sizinle konuşmak, içimi dökmek çok iyi gelmişti. O güne kadar benim dertlerimle karşılıksız ilgilenen insanların varlığından beni niçin haberdar etmediniz? Allah sizden razı olsun. Tenefüste nöbetçiydiniz. Ben de merdivenden koşarak iniyordum. Beni arkamdan yakalamasaydınız büyük ihtimalle düşecek ve bir yerlerimi kıracaktım. Beni hırkamdan tutarken parmağınızı incittiniz. Ertesi gün parmağınız alçıdaydı ama yine de bana gülümseyerek bakıyordunuz. Benim bir yerim kırılmasın diye kendinizi feda etmeniz kendimi okulumda büyük bir güven içinde hissetmeme sebep olmuş, size olan sevgim bir kat daha artmıştı. Bu...