Ana içeriğe atla

Telefonda Müslümanca Konuşma Rehberi

Cep telefonunun henüz icad edilmediği zamanlar vardı. Vallahi. Gençlere inanması zor gelebilir ama bir zamanlar cep telefonu yoktu. Sabah evden çıkıp akşam eve dönene kadar evdekilerle haberleşemezdik. Uzaktakilerle her istediğimiz zaman konuşamaz, aylarca selamlaşamaz ve (ister inanın ister inanmayın ama) mektuplaşırdık. Mektupların haftalarca yerine varmasını bekler, cevap almak için aylar geçmesini göze alırdık. Haftalarca önce yazılmış ve üzerinde “Hamdolsun iyiyim” yazan mektubun sahibinin hâlâ iyi olup olmadığını sorgulamazdık. Yavaş yaşardık ama sağlam yaşardık.
Sonra telefon icat edildi. Önce sabit telefon hatları, sonra cep telefonları derken artık hayatımızın akışını telefon belirler oldu. Cep telefonları ile birlikte hayat hızlandı. Her an herkese ulaşabilir olmak, sanki herkesle yüz yüze olmak koşarak asla yetişemeyeceğimiz bir yarışa sürükledi bizi.
Bu koşuşturmada ilkeler de unutulur oldu. Prensipler, kurallar, ayıplar, günahlar soluklaşmaya başladı. Koşmak, daha hızlı yaşamak, durmamak tek ilke haline geldi. Seküler bir hayatı benimseyen kişilere sözüm yok ama Müslüman’ım elhamdülillah diyen kişilere bu noktada bir çift sözüm var.
Modern dünya ile teknolojiye bulanan hayatınızda İslami prensipleri de yeni şartlara uydurmaya gayret ediyor musunuz? Yoksa eski hayat eşittir eski prensipler; yeni hayat eşittir yeni prensipler mi diyorsunuz?
Okuldayım. Ders anlatıyorum. Telefonumun sesi kısık. Tenefüse çıkınca bakıyorum ki biri beş kez aramış. Önemli olmasa aramazdı deyip geri arıyorum ve bakıyorum ki hiç de acil olmayan bir mesele, hiç de acil olmayan bir zaman…
Toplantıdayım, telefonum titreşimde. Biri arıyor. Açacak durumda değilim ve aramayı reddediyorum. On saniye içinde tekrar arıyor. Tekrar reddediyorum, tekrar arıyor. Acil demek ki deyip toplantıdan çıkıp geri arıyorum. Bakıyorum ki hiç de acil değil…
Evdeyim. Namaza duruyorum. İftitah tekbirini getirir getirmez biri arıyor. Ben dört rekatı bitirene kadar çaldırıyor da çaldırıyor. Dönüp dönüp çaldırıyor. Camide olsam telefonu kapatırdım ama evde de açık duruyor alet. Namazdan sonra dönüyorum ki sıradan bir mesele…
Bu anlattıklarım herhalde hepimizin başına sık sık geldiğinden artık vaka-i âdiyeden oldu. Yani sıradan hadiseler haline geldi. Ama (bilmem hiç düşündünüz mü) yüce İslam dininin telefonla arama yapmak, çaldırmak ve konuşmakla ilgili çok net kuralları var. “1400 yıl önce telefon mu vardı?” dediğinizi varsayarak açıklayayım.
Nur suresi 24-28.ayetlerde Yüce Allah mealen şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, sahiplerinden izin aldıkça ve onlara selam vermedikçe girmeyiniz. Eğer iyice düşünürseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer o evde kimseyi bulamazsanız size izin verinceye kadar girmeyin. Eğer size geri dönün denilirse dönüp geri dönün. Bu sizin için daha temiz (bir davranış)tır. Allah yaptıklarınızı bilendir" (en-Nur, 24, 27, 28).
Toplumumuzda birçok Müslüman maalesef bu ayeti duymamıştır. Alemleri olan Rabbimiz bize evlere girme, izin isteme konusunda emir veriyor. İzin almadan, selam vermeden girme diyor. İçeri girmene izin verilmezse ısrar etmeyin diyor. Emir veriyor ki itaat edip uyalım.
Evler, insanların her dönem mahremleri, mahremiyetlerini yaşadıkları özel alanları olmuştur. Bu nedenle de ayete konu olması çok yerindedir. Peki telefonlar da hayatımıza girdikten sonra mahremiyetlerimizin bir parçası haline gelmemiş midir? Evlerin kapısını çalıp içeri girmeye izin ister gibi telefonları da arayıp görüşme izni istemiyor muyuz? Eskiden konuşmak için o kişinin evine girmemiz gerekirdi. Kapıyı çalmak da bunun ilk adımıydı. Şimdi ise o kişinin evinin kapısında olmasak da bir telefonla konuşma isteği gönderebiliyoruz. Bırakın kapısının önünü, aynı ülkede bile olmamıza gerek yok. O zaman İslam’ın prensiplerini yeni şartlara uyduralım ve diyelim ki:
Birini telefonla arıyorsanız ve aradığınız kişi açmıyorsa ısrar etmeyin. Telefonunu meşgule alıyorsa (ki bu geri dön demektir) hemen tekrar aramayın. Makul bir zaman sonra tekrar arayın. Sakın ha “telefonu yüzüme kapattı ya!” gibi bir şeytani düşünceye kapılmayın. Telefon açıldığında mutlaka önce selam verin. Bunların Allah’ın emirleri olduğunu da bilin.
Şu hayat koşturmacasına öyle daldık ki, bu dîn-i Mübin olan İslam’ın telefon konuşmalarımızı bile düzene koyan mükemmel hükümlerini düşünmez olduk. Okullarda bize telefonla konuşmanın adabını (görgü kurallarını) öğretirlerdi. Hiç düşünmedik ki aslında bu kurallar bizim fıtrat dinimizde zaten var. Belki bunu düşünsek meseleyi biraz daha ciddiye alırdık.
Aklımdayken şunu da ekleyeyim: Sahih Buhârî’de geçen bir hadis-i şerifte (İsti'zân, 17) Hz.Peygamberi’in, kapısını çalan bir sahabiye “kim o?” seslandiği, sahabinin “benim” diye cevap vermesine de hiddetlendiği anlatılır. O zaman bundan da bir ders çıkaralım ve telefon görüşmelerimize başka bir İslami prensip koyalım. Demek ki telefon ettiğimiz kişiye önce selam vererek kendimizi tanıtmak, açık ve net konuşmak da Rabbimizin bizden beklediği bir davranıştır.

Kırmızı ışıkta geçmek günah mıdır? Sorusunu gündeme getirdiğimizde “hocam kırmızı ışıkla günahın ne alakası var?” diyen din kardeşlerime hatırlatırım: Biraz düşünün daha nelerin günahla, sevapla ne güçlü alakaları var. Tabi düşünmek isteyene. Selametle.

Mustafa Yılmaz
mustafayilmaz77@gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğretmenime Mektup

Sevgili ö ğ retmenim, Siz bu mektubu okudu ğ unuzda ben çoktan b ü y ü m üş olaca ğı m. L ü tfen kim oldu ğ umu, nerede oldu ğ umu merak etmeyin. Kimli ğ imden çok, yazd ı klar ı ma önem verin. Size bu mektubu k ü ç ü kken yaz ı yorum ve b ü y ü d üğü mde size vermeyi planl ı yorum. Asl ı nda bu mektuplardan herg ü n bir tane yazmay ı planl ı yorum. Ç ü nk ü size yaz ı lacak o kadar çok ş eyim, edecek o kadar te ş ekk ü r ü m ve sitemim var ki... hepsini bir deftere s ığ d ı ramam zaten. Y ı llar sonra ş imdiki bana "gelip y ü z ü me söylesen olmaz m ı yd ı ?" diyeceksiniz eminim. Ama siz de biliyorsunuz i ş te, ben utangaç, k ı r ı lgan ve cesaretsiz bir çocu ğ um. L ü tfen beni anlay ı n. E ğ er b ü y ü d üğü mde bu cesareti kendimde bulabilirsem (b ü y ü kler cesur oluyormu ş ) bunlar ı size elden vermeyi d üşü n ü yorum. Bug ü n s ı n ı fta dediniz ki; " Kim ne derse desin, Ahiret var... Kesin." Bu söz ü n ü z ü defterimin en ü st ü ne ...

İlkokul Öğretmenim Sabahattin E’ye Soruyorum:

Bir keresinde gülmüştüm ve siz bana “inşallah hep böyle güzel gülersin” demiştiniz. Bütün arkadaşlarım bana bakmış ve hep beraber gülmüştük. O günden sonra topluluk içinde gülmeyi, konuşmayı çok seviyorum. Allah sizden razı olsun. İkinci sınıftayken “dersi dinleyemeyecek kadar derdi olan lütfen benimle paylaşsın” demiştiniz. Benim de sıkıntılarım, korkularım vardı. Dersten sonra sizinle konuşmak, içimi dökmek çok iyi gelmişti. O güne kadar benim dertlerimle karşılıksız ilgilenen insanların varlığından beni niçin haberdar etmediniz? Allah sizden razı olsun. Tenefüste nöbetçiydiniz. Ben de merdivenden koşarak iniyordum. Beni arkamdan yakalamasaydınız büyük ihtimalle düşecek ve bir yerlerimi kıracaktım. Beni hırkamdan tutarken parmağınızı incittiniz. Ertesi gün parmağınız alçıdaydı ama yine de bana gülümseyerek bakıyordunuz. Benim bir yerim kırılmasın diye kendinizi feda etmeniz kendimi okulumda büyük bir güven içinde hissetmeme sebep olmuş, size olan sevgim bir kat daha artmıştı. Bu...

Çay Gibi Eğitim

  Güzel bir çay nasıl olur? Demli mi, demsiz mi? Nasıl bir bardakta sunulursa güzel olur? Şeker koymalı mı yoksa sade mi içmeli? Çok sıcak çay mı iyidir yoksa biraz soğuması mı iyidir? İşi bilen bilir. İyi çay için demlik de çaydanlık da ateş de demleme usulü de önemlidir. Bazısı porselendeki çayı tek geçer bazısı emayede demlenen çayı sever. Bana sorarsanız çay biraz demli olmalı. Açık çay istediğim tadı vermez. Zift gibi demli de olmamalı tabi. Bardağın yarısı dem olsa iyidir mesela. Sonra çayın suyunun da özel olmasına dikkat etmek lazım. Öyle kireçli çeşme suyundan yapılan çayla kaynak suyundan yapılan çayın lezzeti de bir olmaz. İşi bilenler çay demlemek için evde özel su bulundururlar. Takdir edilesi bir davranış. Şeker meselesine gelince. Zevkler tartışılmaz tabi ama çayı dilden sevenler şekerli, “dil”den sevenler şekersiz içer. Tırnak içindeki “dil”in Farsça gönül demek olduğunu da bilenler bilir. Şekersiz çaydan zevk alanlar işi ilerletmiş, çayla hemhal olmuştur zira. Şeke...