Bu yıl Din Öğretimi Genel
Müdürlüğü’nün çalışma takvimi ile tüm ilk, orta ve liselerle İmam Hatip
Ortaokullarındaki (İHO) Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri iki haftalık
seminerde bir araya geliyorlar. Bu daha önce hiç yapılmamış bir şey. Başlangıçta
şüphe ve eleştiriyle karşılansa da ilk haftası biten seminerlerin oldukça
faydalı olduğu aşikar. En azından ilçelerde görev yapan tüm öğretmenlerin
tanışması, iki hafta boyunca birbirleri ile tartışması bile tek başında büyük
bir kazanım oldu. Daha önce ilçe zümre toplantılarında birbirlerini gören
öğretmenlerimiz onda da en fazla bir saat oturuyor, zümre tutanağını hazırlayıp
hemen dağılıyordu. Ancak burada toplam 40 saat tanışmak ve tartışmak fırsatı
doğdu. Bu nedenle (tüm eksikliklere rağmen) başta Din Öğretimi Genel Müdürü
Nazif Yılmaz’ı tebrik etmek lazım.
Bu seminer döneminin bir başka
önemli yanı da hazırlanan raporlar. Bir akademisyen arkadaşıma seminerler
sonunda rapor istendiğini söylediğimde hemen “o raporlardan müthiş nitel
araştırmalar çıkar” demişti. Aslında bu doğru bir bakış açısı. Çünkü bu
raporlar doğrudan mutfaktaki öğretmenlerin kafa yorarak düşüncelerini yazıya
döktükleri belgeler olacak. Din Kültürü ve seçmeli derslerin işlenişi,
uygulamadaki eksiklikler, pozitif ve negatif yönler Ankara’ya iletilecek. Gerçi
raporların illerde sadeleştirilerek tek rapor haline getirileceği gerçeği
birçok fikrin Ankara’ya doğrudan ulaşamayacağı düşüncesini doğuruyor fakat yine
de Ankara en kısa zamanda bu raporları okuduğunu, dikkate aldığını, dersler çıkardığını
belli eden adımlar atmalı. Yoksa bu raporlardan beklediği faydayı beşle çarpıp
zarar hanesine yazabilir. Öğretmenlerimiz “bizi dikkate almıyorlar” fikrini ya
pekiştirecek, ya da bu fikri zihninden silecek.
Öğretmen arkadaşlarımla
birlikte konuştuğumuz süre boyunca en çok dikkatimi çeken nokta, İHO’ların
durumu oldu. Bilindiği gibi İHO’larda olup ortaokullarda olmayan bir ders yok.
Tek fark Arapça, Kur’ân-ı Kerim ve Temel Dini Bilgiler seçmeli derslerinin
İHO’larda zorunlu ders olarak okutulması. Büyük umutlar ve heyecan içinde
açılan okullar halkın da umudu olmuş gibi görünüyor. Yoğun bir teveccüh ve
beklenti var. Ne var ki İHO’lar geleceğe umutla bakamıyor. Bunun nedeni ise
Ankara’nın zihnindeki müfredat ile halkın zihnindeki müfredatın birbiri ile
uyuşmaması. Bu iki müfredat uyuşabilirse İHO’ların geleceğimizde çok parlak
izler bırakacağından şüphem yok. Yok uyuşmazsa o zaman 5-10 yıl içinde halkın
bu okulları kendi eliyle kapatacağından da şüphem yok.
Bu uyuşmamayı daha iyi
anlayabilmek için İHL’lerin dalgalı tarihine dönüp bir bakalım. İHL’ler
Cumhuriyet’in kurulması ve Tevhid-i Tedrisat kanunu ile kuruldu. Ancak bu
kurumlar halkın değil merkezi yönetimin insiyatifi ile kurulduğu için
yaşayamadı ve 1930 yılında tamamen kapandı. Ta ki 1950 yılına kadar. 20 yıllık
açlık, halkın kendi ihtiyaçlarını karşılayan bir İHL modeli kurması ile son
buldu. Halk, Kur’ân okuyan, peygamberini bilen, imamlık yapabilen ve cenaze
yıkayabilen bir nesil istiyordu ve bu isteğini karşılayan İHL modeline büyük
bir heyecanla sarıldı. Bu model 28 Şubat sürecine kadar aynı teveccühle hizmet
etmeye devam etti. 28 Şubat’la başlayan kesinti yeni bir açlığa sebep oldu.
Bugün yine İHL ve İHO’lar açılıyor. Bunu büyük bir memnuniyet içinde
söylüyorum. Ancak dikkatli bakalım; bugünkü açlık, 1950 açlığı ile aynı
özellikleri mi taşıyor? Yoksa farklı yönleri mi var?
Bugünkü açlığı iyi analiz
etmezsek, önceki modeli bugün de aynen okullarımıza getirirsek yine aynı
uyuşmazlığa düşme tehlikesini göz ardı edemeyiz. Nitekim amaç İHO ve İHL açmak
değildir. Bu sadece bir araçtır. Ahlaklı bir nesil yetiştirmek için bir araç.
İHO öğretmenleri şunu
söylüyor: “Haftalık ders saatimiz 37-40 saat. Müfettişler bu yoğunluk içinde
Arapça, Kur’ân-ı Kerim gibi ağır dersleri öğretmemizi, aynı anda matematik,
İngilizce gibi derslerde de başarılı olmamızı bekliyor. Velilerse bu okulları
güvenli bir koy gibi görüyor. ‘Hocam çocuğum Allah’ı Peygamberi öğrensin,
düzgün Müslüman olsun başka bir şey istemem’ diyor. Biz de iki sorumluluk
arasında sıkışıyoruz. İkisini birden gerçekleştiremiyoruz. Maalesef de velinin
isteğinden çok Ankara’nın isteğini gerçekleştirmeye meylediyoruz.”
Demek ki velilerin İHO’lardan
öncelikli beklentisi “ahlak”. Klasik ortaokullarda çocuklarının yeterli ahlaki
gelişimi sağlayamadığını düşünen veliler İHO’lardan imdat bekliyor. Ancak ilk
yıllarda İHO’lar bu konuda çok yeterli olamadı. Bu sebeple acilen bu isteği
karşılama konusunda yeniden yapılandırılmalı. Önümüzdeki yıllarda velilerimiz
“Bu İHO’ların da diğer ortaokullardan farkı yok!” demeye başlarsa vay halimize.
Benim önerim, İHO’ların
müfredatlarının mümkün olduğu ölçüde hafifleterek değer ve ahlak eğitimine
ağırlık verilmesi ve sosyal faaliyetlerle öğrencilerini doyuran bir yapıya
kavuşturulmasıdır. İHL’ler zaten bilgi veren, Arapça’yı öğreten kurumlarımız
olarak kalacak. Bırakalım İHO’lar öğrencilerimizi zihin, karakter ve maneviyat
olarak İHL’lere hazırlayan kurumlar olsun. Herkes İHO’ları parmakla gösterip
“bu okullara çocuk gönderilir arkadaş” desin. Müfredata boğup, sınıfta bırakıp,
zayıf verip korkutmak yerine sevdirelim. Bugün çocuklarımız “dersler çok ve
zor” diyerek not ortalamasını düşürmemek için İHO’lara gitmeyi tercih etmiyor.
Çünkü TEOG diye bir gerçek de var.
Elimizde imkan da fırsat da
var. İHO’lar çok daha esnek, çok daha modüler bir yapıya kavuşturulabilir. Bu
okullarımızı klasik eğitim kurumlarımızın statik düzeni ile yönetmek zorunda
değiliz. Cesur ve orijinal bir yönetim modeli oluşturalım. İHO’ları birlikte
tekrar ayağa kaldıralım.
Hem bizim İHO’lara ihtiyacımız
var, hem de İHO’ların bizim zihnimize ihtiyacı var.
İHO’lar, “İslam Hayat Olsun”
projesi olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder