Her şeyin bir amacı var. Ulaşılmaz görünen yıldızların,
güneş ve ayın, yağan yağmurun, hayatın ve ölümün… Sebepsiz düşen bir yaprak,
sebepsiz yeşeren bir toprak yok. Bu düzen içinde insanın da, yaptıklarının da,
yapmak zorunda olduklarının da amaçları var.
Amaçların en önemlilerinden biri de bu dünyada sahip
olduğumuz değerleri sonraki nesle aktarmak. Bizimle yaşayan duyguların,
birikimlerin çocuklarımıza taşınması için mücadele etmek.
Bu mücadelenin kutlu adıdır terbiye. Terbiye evlatlarımızı
doğru yolda tutmak, cennetliklere katmak, yalnız Allah’a tapmak üzerek
yetiştirmektir.
Terbiyede amaç yavrularımızı önce Allah’ın, sonra da biz
yetişkinlerin istediği kıvama getirmektir. Burada önemli olan süreçten önce
neticedir. Terbiyenin nasıl verildiği elbette önemlidir ancak netice alınıp
alınmadığı daha önemlidir.
İbni Sina’nın doğru-yanlış / iyi-kötü ayrımında söylediği
gibi iyiye (ilahi doğruya) ulaşmak için gittiğimiz yol doğru olmalı. İyiye
yanlış yoldan gitmek de, kötüye (ilahi yanlış) doğru yoldan gitmek de bizi
istediğimiz sonuca ulaştırmaz.
Peki terbiyede netice almak için ne yapmalı? Bu konuda çok
tartışma ve az netice görüyoruz. Galiba az neticenin sebeplerinden biri de
değişen çocuklarımıza eski süreçleri dayatmamız. Önemli, değişmez ve kutsal
olan bizim öğretiş şeklimiz değil. Önemli, değişmez ve kutsal olan terbiye
edebilmemizdir. Edemiyorsak yöntemlerimizi de gözden geçirmek kötü değil,
iyidir.
Çocuklarımızın dünyası, hayalleri, bakışları, yakarışları
farklı artık. Daha fazla hareket, daha fazla kalite, daha fazla mutluluk
istiyorlar. Bunları bulamadıkları ortamlardan hoşlanmıyor, değer vermiyorlar.
Bu durumdan yetişkinlerin şikayet etmesi, önlem almasını geciktiriyor. Önlem
almadığımız, kendimizi yeni şartlara uydurmadığımız her yıl yeni bir jenerasyon
elimizden kayıyor.
Okullarımızda yaptığımız eğitim de bu süreçte hızla
değişiyor. Çünkü değişmek zorunda. Öğrenciye daha fazla hareket alanı veren,
değerli olduğunu hissettiren bir eğitim anlayışı gelişiyor. Elbette bu sürecin
uygulayıcıları olan öğretmenler de değişiyor. Artık öğretmenler oyun ve
eğlenceyi eğitimde daha fazla kullanıyor.
Eğitim dediğimizde oyun ve eğlence kavramı bazen olumsuz bir
yaklaşımla karşılanıyor. Hatta bir seminerde “eğitimde oyunlar” dendiğinde bir
dinleyicinin “ben de zannettim ki eğitim üzerinde oynanan oyunlardan
bahsedilecek. Bu bildiğin oyunmuş meğer” dediğini bizzat işittim. Oyun ve
sınıf, oyun ve eğitim artık ayrılmaz bir ikili oldular. Tabi eğitimin içini
boşaltmadan, sığlaştırmadan.
Öğretmenlerimizi bu yeni anlayışa hazırlamak konusunda her
ne kadar Milli Eğitim Bakanlığı’nın çabaları zayıf kalsa da sivil toplum
kuruluşlarının öğretmenleri yetiştirme ve geliştirme gayretleri takdire değer.
Bu STK’lardan biri olan “Öncü Eğitimciler Derneği”
İstanbul’da “Eğitici Oyunlar Zirvesi” düzenlemiş. 17 Mayıs’da yapılacak zirve
“Oyunla bütünleşmiş bir eğitim için deneyimlerimizi paylaşıyoruz” sloganı ile
duyuruluyor. Vakti müsait olan öğretmenlerimize tavsiye ediyorum.
Bazen ciddiyet, bazen oyun. Yeter ki tazecik kalplere, tertemiz
duygular koyun. Allah’a emanet olun.
Mustafa Yılmaz
mustafayilmaz77@gmail.com
Yorumlar
Yorum Gönder